Enneagramda Duygulanım: Streste Ve Güvende Niçin Farklı Davranırız?

Haziranın sonuna doğru mahallemizdeki oto lastikçiye gittim ve aracın lastiklerini değiştireceğimi söyledim. Usta aracımdaki lastiklere baktı ve tanesini 350 TL’den değiştireceğini söyledi. Doğrusu şaşırmıştım çünkü internetteki aynı markanın fiyatlarına göre istediği ücret uygundu. Ben de şaşkınlık ve sevinç karışık olarak “tamam değiştir” dedim.

Usta lastikleri söktü ve takacağı lastikleri getirdi. Bir de ne göreyim. Getirdiği lastiklerin ebatları farklıydı. 185*65*14 olan araç lastiklerimin yerine 175*65*14 lastik takacaktı. Ustaya bunların ebadının farklı olduğunu söylediğimde, “farketmez abi, 1 santim genişlik farkı var, bunlar daha iyi yol tutar” dedi.

Enneagramda her tipin kendine özgü pozitif ve negatif olarak niteleyebileceğimiz potansiyelleri var. Tip içerisinde kaldığımız sürece bu potansiyelleri kullanırız. Ancak her zaman tipimizin tutumlarını göstermeyiz. Güven duygumuz arttığında güven noktasına, stresimiz arttığında ise stres noktasına gideriz.

Peki neden güven ve stres yaşarız?

Bunu bir süreç olarak değerlendirelim.

Bir tip, mekanik olarak potansiyelinde (repertuarında) olmayan tutumları sergileyemez. Enneagramı bir seminerden değil de içsel çalışmalardan tanıyanlar çok iyi bilirler ki kişilik tipimizin özdeşleştiği egemen duygular, temel kaygılar, kalp tutkuları, benlik takılmaları, benlik algıları ve savunma mekanizmaları vardır. Olağan insan bunların dışına çıkamaz. Kişi, tipinin bu kalıpları ile özdeşleştiği için başka tutum geliştirebileceğini aklından bile geçirmez. Sadece mevcut potansiyellerini (özdeşleştiği) kullanmayı tercih eder.

Herhangi bir süreçte, kişilik tipimizin (mizacın) üzerimizdeki ilk tesiri, algıyı yorumlamasında ortaya çıkar. Bir olayla karşılaştığımızda olayı olduğu gibi (objektif) algılayamayız. Mizacımız olayı kendi perspektifinden algılamayı tercih eder. Bu tercihi yaparken cevap verme potansiyellerini gözden geçirir ve olayı/algıyı mevcut potansiyelleriyle cevaplayabileceği şekilde yorumlar. Bunu o kadar gizlice yapar ki, mekanik insanın (ego) bunu fark etmesi, hissetmesi olanaksızdır.

Kişi mevcut mizaç tipinin potansiyellerinde olmayan bir cevap şekli üretemeyeceği için, kendini çaresiz-yetersiz hissedeceği bir yorum (algı) geliştirmez.

Olayı mizacının cevaplama potansiyeline uygun olarak yorumladıktan (algıladıktan) sonra sürecin ikinci aşamasına gelir: Olaya verilecek tepki.

Olaya verilecek tepki mevcut donanım içinden seçilir ve karşıya iletilir. Ancak bazen karşılaştığımız olaylara mevcut potansiyelimizle verecek cevabımız yoktur. Bu nedenle mizacımız olayı daha da çarpıtarak yorumlar. Şöyle ki:

Lastik ustası, müşteri olarak beni karşıladığında olağan şekilde ilk özdeşleştiği düşünce bana bir şey satmak istemesidir. Ben lastik ihtiyacımı bildirdikten sonra aracımın lastiklerine baktı ve hepsinde aynı ebat yazıyordu. Bana lastik satacaktı ancak elinde benim aracın ebatlarında lastik yoktu, bu nedenle bunu bana ifade etmeden, ebadı farklı bir lastiğin fiyatını söyleyerek şansını denedi. Ben de istediğim markadaki lastiğin fiyatının uygunluğuyla özdeşleştim ve ebatlarını sorma ihtiyacı hissetmedim. Elbette farklı ebatta lastik takabileceğini varsaymamıştım.

Ustanın elinde aracımdaki ebatla aynı olan lastik olsa şüphesiz onu önerirdi, muhtemelen piyasayla da aynı olacağı için ben de lastiği mahalledeki lastikçiden almış olmak için teklifi kabul ederdim. Ancak elinde aynı ebatta lastik olmadığını söylemeyerek bir satışın kaçmasını önlemek istiyordu. Bu nedenle satmakla özdeşleşmiş usta, mevcut stokta bulunan başka bir ürün kullanmak istiyordu.

Karşılaştığımız olaylarda mevcut repertuarımızda olmayan bir tutum geliştirmemiz gerekiyorsa olayı mevcut mizaç perspektifinden daha da farklı bir perspektifle yorumlarız. Bunu ya güven noktasındaki repertuarımızla ya da stres noktasındaki repertuarımızla cevaplamak üzere yorumlarız. Mekanik olarak bu durum bilinç arkasında farkındalığımız (bilincimiz) olmadan hesaplanır.

Ego (mizaç) karşılaştığı olaya güven repertuarından verebileceği bir cevap bulabilirse olayı “güvenli” diye yorumlar ve olayın sadece “güven veren yönlerini” görmeye başlar. Güven noktasına gitmiş bir insanın rahatlığı bir başka tesir ortaya çıkana kadar devam eder.

Ya da ego, karşılaştığı olaya stres repertuarından verebileceği bir cevap bulur, olayı “stresli” diye yorumlar ve olayın sadece “endişe/sıkıntı veren yönlerini” görmeye başlar. Stres noktasına gitmiş insanın gerginliği bir başka tesir ortaya çıkana kadar devam eder.

Lastik ustasının elinde aynı ebatta lastik olmadığı için benim aracıma daha dar bir lastik takmaya çalışmasını strese girmeye benzetebilirsiniz. Elinde o vardı ve onu verdi. Elinde daha geniş bir lastik olsa bu durumda da onu önerecekti ki bunu da güven noktasına benzetebilirsiniz. Ama her ikisi de aracım için en uygun lastik olmayacaktı. Ustanın “abi bir santim genişlik farkı var, daha iyi yol tutar” ifadesi, repertuarında olana göre olayı yorumlaması olarak değerlendirilebilir.

Enneagram kişilik tiplerinin stres ve güven mekanikleri bu şekilde hareket ediyor.

Bu yazıda tiplerin ayrı ayrı stres ve güven noktalarını ele almak, içeriği çoğaltacağı için sadece merkezlerin stres nedenlerini yazarak yetinelim.

Duygu merkezliler (2,3,4) için “arzulanan değeri (imajı) elde etme”deki yetersizlik duygusu onları strese sokar. Zihin merkezliler (5,6,7) için “güvenli olanın bilgisine ulaşma”daki yetersizlik düşüncesi onları strese sokar. Hareket (içgüdü) merkezliler (8,9,1) için “varlığını koruyacak kontrolü sağlama”daki yetersizlik hissi onları strese sokar.

Duygu merkezliler (2,3,4) değerini koruma duygusu hissetmediğinde ulaştıkları rahatlık onları güven noktasına götürür. Zihin merkezliler (5,6,7) güvenli olanın bilgisine ulaşmayı düşünmediklerinde yaşadıkları rahatlık onları güven noktasına götürür. Hareket (içgüdü) merkezliler (8,9,1) varlığını korumak için kontrole ihtiyaç hissetmediklerinde ulaştıkları rahatlık onları güven noktasına götürür.

Güven ve stres noktaları birbirinden çok uzak tutumlar barındırıyor. Her ikisinden de kendi mizaç noktamıza geldiğimizde büyük bir enerji kaybı yaşamış ve güne devam edecek coşkuyu kaybetmiş oluyoruz.

Bu mekaniğin dışına çıkmak için birkaç yöntem biliyoruz. Enneagram Transformasyon atölyelerinde bu disiplinleri edinmek için katılımcılarla çalışıyoruz.

Bunlardan birisi dikkatimizin ana (şimdi ve burada) odaklanması. Dikkatimizin ana odaklanması, bizi kişiliğimizin dürtüleriyle özdeşleşmeden kurtarıyor ve o ana özgü, repertuarımızda olmayan bir tutum geliştirmemizi sağlıyor. Bu kısım bilişsel ve duygusal olarak bilinçli farkındalıkla yürütülen bir süreci başlatıyor.

Bir diğer yöntem, kişilik tipimizin özdeşleştiği kalıp ve tutumları içsel olarak gözlemleyerek, benzer durumları yaşadığımızda kendimizi hatırlamamızı kolaylaştırmaktır. Bu kısım kişilik tipimizin, üzerimizdeki baskısını azaltmasına ve yaşamı daha üst bir bilinçle yorumlamamıza katkı yapıyor.

Daha kolay olan ama daha az işe yarayan bir diğer yöntem ise, davranış repertuarımızı geliştirmek. Karekter eğitimi olarak niteleyebileceğimiz bu yaklaşımda yeni tutumlar öğreniyoruz, kullanacağımız daha çok tutum kalıbı olduğu için daha zor strese giriyoruz. Ancak bu her zaman ihtiyaca cevap vermeyebiliyor.

Anlamlı ve coşkulu bir yaşam için, bilinçli farkındalık anlarınızın günlük yaşamınıza daha çok yayıldığı güzel günler yaşamanızı dilerim.

Sevgilerimle.

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

23.10.2018

ENNEAGRAM TİPLERİNİN ZİHNİ MODEL SORUNSALI

“Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider”

Galat-ı meşhur

 İnsan fıtri (doğal) olarak bilişsel, duygusal ve eylemsel birlik içerisinde dünyaya gelir. Fakat çocukluğumuzdan itibaren birlik halinde olan bu yapımız bölünmeye başlar. Bölünme sonrası bilişsel işlev bozukluğu olarak ortaya çıkan psişik yapıya ego diyoruz. Ego dediğimiz bilişsel işlev bozukluğu, beynin belirli bölgeleri arasındaki bağlantıların (sinaps) zayıflaması ya da kaybolması sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu kopma, savaşta askeri birlikler arasındaki muhaberatın kaybedilmesi gibidir.

Şöyle ki: Duygu merkezini yöneten limbik sistem, içgüdü merkezini yöneten reptilian ve zihin merkezini yöneten neokorteks arasındaki bağlantı etkisizleştiği ya da zayıfladığı için, bu üç merkez birbirinden bağımsız düşünmeye başlıyor. Durum daha da ileri gidiyor ve merkezler de kendi içerisinde daha küçük bölgelere ayrılmaya başlıyorlar. Birbiriyle irtibatı kesilen her nöron grubu, bireyi yönetmek için harekete geçiyor ve kendi içinde yeni merkezler yaratacak zihinsel aktivite üretiyor. Çünkü yaşamsal faaliyetlerin devam edebilmesi için insanın bu üç sistemi de kullanması gerekiyor. Bu ihtiyacı karşılamak için üç merkez kendi içinde yeni zihin oluşturuyor ve bunlar enneagramda merkezlerin bölgeleri olarak nitelendiriliyor. Bu bölünmüş yapıyı içimizde birbirinden bağımsız konuşan benlikler olarak gözlemliyoruz. Geçenlerde beyin cerrahı Prof. Dr. Türker Kılıç hoca şöyle bir bilgi paylaştı: “Beynin iki lobunu birbirinden ayırırsanız her iki lob ayrı ayrı, birbirinden bağımsız iki zihin ortaya çıkarıyor.” Kılıç’ın paylaştığı bu bilgi fiziksel bir ayrılıkla ilgili ancak, enneagramda bahsedilen bölünme sinapsların ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan bir bölünme şeklinde tezahür ediyor. Bu bölünme çok erken yaşlardan itibaren deneyimlenen ve kişide travmaya sebep olan kaygı, korku, şiddet gibi olgulardan kaynaklanıyor ve yetişkin dönemimizde de yaşasak kaygılandıran travmatik olaylar sinaspları zayıflatıyor ya da tamamen yok edebiliyor. İnsanın kaygılıyken düşünme yetilerindeki kayıp bundan kaynaklanıyor.

Bölünmüş yapının en belirgin zihinsel aktivitesi dualiteye (ikilem) dayalı bir mantık geliştirmesidir. İnsanların en çok kullandığı dualite, onların en çok kullandığı merkezler tarafından üretilmektedir. İçgüdü merkezli (eylemsel potansiyelli) insanlar, duyuya dayalı olarak nesneleri haz ve acı dualitesiyle (ikilem) betimleyip haz verene yaklaşmak, acı verenden uzaklaşmak isterler. Duygu merkezli (duygusal potansiyelli) insanlar arzulanan imaja dayalı olarak nesneleri sevgi ve nefret dualitesiyle (ikilem) betimleyip sevilenlere yaklaşmak, nefret edilenden uzaklaşmak isterler. Zihin merkezli (bilişsel potansiyelli) insanlar, güvenlik düşüncesine dayalı olarak nesneleri iyi ve kötü dualitesiyle (ikilem) betimleyip iyi olanı elde etmek, kötü olanı terk etmek isterler. Muhtemelen bu bölünmeyle ortaya çıkan işlev bozukluğu ilerleyen zamanlarda nörolojik olarak da tespit edilecektir.

Çocuk dünyaya geldiğinde mizacının aktif olmasına neden olan ilk deneyimler muhtemelen, çocuğun bakan, besleyen ve koruyan nesnelerle (genelde anne ya da baba) olan ilişkileridir. Bu nedenle erken çocukluk dönemi bağlanma stillerinin (John Bowlby: Güvenli, Güvensiz, Kaçınan, Çelişkili, Düzensiz-Dağınık) kişiliğimiz üzerindeki etkisi çok önemlidir. Bağlanma stilleri, Young’un ortaya koyduğu şemaları (edinilmiş kalıp yargılar) geliştiriyor ve benzer deneyimler yaşandığında şema tetiklemesi ile birey çocukluğundaki travma ya da hazzı hatırlayıp o zamanki duyguları tekrar yaşayıp, maruz kaldığı etkilere şemalarla cevap veriyor. Enneagram kişilik tiplerinin şemalarla ve bağlanma stilleriyle ilişkilerine dair batıda ortaya konulan bilimsel çalışmaların Türkiye’de de yapılmasında yarar var. Hatta bağlanma stillerinin ve şemaların bu perspektifte yeniden yapılandırılarak sınanmasına da ihtiyaç var. Bu konuda Don Richard Riso & Rus Hudson ile onların öğrencilerinin çalışmaları takdire şayandır.

Bağlanma stilleri ve şemalar mizaç perspektifinin bireyde oluşturduğu sonuçlardır. Bu perspektif sürekli olarak algı seçer ve algıya karşı verdiği tutumlar dürtüsel ve taklididir. Mizaç, egemen duygulara (Karen Horney: Reddedilme, Kopukluk, Engellenme) merkezlerin verdiği yanıtlarla ortaya çıkan ego düzeyindeki psişik yazılımdır. Bu etki bilişsel, duygusal ve eylemsel tüm süreçlerimizi etkisi altına alıyor. Birey, tüm olayları mizaç penceresinden algılıyor ve tüm tepkilerini mizacına ait zihni modellerle geliştiriyor. Enneagramda açıklanan dokuz kişilik tipi böyle bir hikayeyle ortaya çıkıyor.

Bu işlev bozuklukları kişilik tiplerinin her birinde farklı olan, hatalı zihni modelleri oluşturuyor. Aşağıda kişilik tiplerinin en temel zihni modellerini ele alacağım ama oraya geçmeden önce şunu hatırlatmalıyım ki bu perspektifler hatalıdır ve bireyin kurtuluşu aşağıdaki yanlış zihni modellerinden ayrılmasıyla mümkündür. Yanlış olan bu zihni modellerden ayrılmak ise ancak üç merkez arasındaki sinapsları yeniden aktif etmekle sağlanabilir. Buna bilinç yükselmesi, bilinçli farkındalık ya da üst merkezlerin kullanılması da diyoruz. Bu üç merkez arasındaki sinapsların kopması insanın cennetten düşmesine de benzetilmektedir. Ve üç merkez arasındaki sinapslar aktif olursa bireyin duygusal zekası ve yaşama sevinci zıplama yapmaktadır. Bu amaçla Enneagram Trasnformasyon atölyelerinde bilinçli farkındalığı yükseltici, sezgiyi açıcı, bölünmüş zihni susturucu, açık kalpliliği geliştirici egzersizlerle çalışma yapmaktayız. (Enneagram Trasnformasyon atölyeleri psikolojik bir çalışma değildir, felsefi bir eğitimdir.)

Tiplerin yanlış zihni modelleri:

Tip 1 Zihni Modeli: Çevresini mükemmel hale getirirse kendisinin ve diğerlerinin bir tehdit ve engellenme ile karşılaşmadan adil bir ortamda, yüksek standartlarla yaşayacağını varsayar. Bunun için hataların bir an önce düzeltilmesi gerektiğine inanır ve hata gördüğünde eleştirir. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik duygusu yaşarsa strese girer, detaycı ve aşırı eleştirel olur, stresi devam ederse öfke patlaması yaşar.

Tip 2 Zihni Modeli: Diğer insanların ihtiyaçlarını keşfedip, onların ihtiyaçlarını karşılayıp ya da onların problemlerini çözmek için kendi çözümüne yönlendirirse vazgeçilmez, kendine muhtaç olunan bir insan olacağına inanır. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik duygusu yaşarsa strese girer ve sitem edip ilişkisini kesmeye çalışır, içine kapanır. Stresi çok olursa öfke patlaması yaşar.

Tip 3 Zihni Modeli: Gördüğü her işi en hızlı ve en iyi sonuçlanacak şekilde bitirirse herkesin kendisine hayran olacağını varsayar. Bu zihni modelini (hayran olunacak imaj üretmek) yaşama geçirirken yetersizlik yaşarsa strese girer ve aceleci davranır, geriye çekilir, kararsızlık ve boşunalık hissi yaşamaya başlar. Stresi daha da yükselirse iddialaşır ve agresifleşir.

Tip 4 Zihni Modeli: Geçmişte yaşadığı engellemeleri gelecekte de yaşamamak için sıradışı olması gerektiğine inanıp, olağan şeyleri reddeder. Sıradışı yapılanın/olanın herkes tarafından onaylanıp destekleneceğini varsayar. Bu zihni modelini yaşama geçirirken aradığı desteği bulamazsa yetersizlik hisseder, strese girer ve melankoli yaşar. Stresi büyürse öfkelenir ya da kendi dünyasına çekilir.

Tip 5 Zihni Modeli: Başkalarından daha fazla bilgi ve kaynak elde ederek uzmanlaşırsa, görüşlerinin onaylanacağı ve bağımsızlığına saygı duyulacağı zannını taşır. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik yaşarsa strese girer, iç dünyasına kapanır, duygularını reddeder ve dürtüsel davranmaya başlar. Stresi iyice yükselirse patavastsız ve öfkeli tutumlar sergiler.

Tip 6 Zihni Modeli: Geleceği güvenli kılmak için mutlaka bir güven odağına sırtını dayaması gerektiğini düşünüp, güvenilir olanı bulana kadar herkese şüphe ile yaklaşılması gerektiğine inanır. Mevcut kurallara herkesin uymasının geleceği daha güvenli kılacağını varsayar. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik yaşarsa strese girer, eleştirir, savunmacı, agresif, yüzeysel ve kinci tavırlar geliştirir.

Tip 7 Zihni Modeli: Gelecekte yaşam konforunun ve keyfinin engellenmemesi için konforunu sağlayacak çok sayıda alternatifi deneyimleyerek güvenilir olanları bilmesi gerektiğine inanır. Bu zihni modelini yaşama geçirirken sınırlandırılıp yetersizlik yaşarsa strese girer, eleştirel, esnek olmayan, patavatsız, tartışmacı, muhalif ve yargılayıcı davranır. Stresi büyürse öfkelenir.

Tip 8 Zihni Modeli: Varoluşunu korumak ve önermelerini onaylatmak için herkese diz çöktürecek kadar güçlü olması, güçlü görünmesi gerektiğine inanır. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik yaşarsa strese girer, yok etmeye yönelir, kinci, kavgacı, bildiğini okuyan tutumlar sergiler.

Tip 9 Zihni Modeli: Herkesle uzlaşma içerisinde olunursa konforlu bir yaşam sürdüreceğini, fikir açıklamanın ve fikirlere itiraz etmenin çatışma çıkaracağını, güvenli bir yaşam için duyarsızca sessizlik ve uyuma ihtiyaç olduğunu varsayar. Bu zihni modelini yaşama geçirirken yetersizlik yaşarsa strese girer üşengeç, kararsız, inatçı ve iddiasız tavırlar sergiler. Stresi daha da yükselirse endişelenir, savunmacı, kötümser, şüpheci ve agresif tutumlar geliştirir.

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

23.09. 2018

Öğrenmeye Hazır Olmak: Bir Zen Hikayesi

Öğrenme bilmediğimizi kabulle başlar. Az çok bildiğimizi kabulle başlarsak sadece yeni bilgilerimizi eski bilgilerle uyumlu olduğu oranda kabul ederiz ki bu objektif bir öğrenmeyi sağlamaz. Eski bilgiler birçok yeni bilgiyi reddedebilir ve biz o bilgilerden mahrum kalabilir ya da olduğu gibi algılamak yerine kendi düşüncelerimize göre bilgiyi subjektif olarak yapılandırabiliriz. Öğrenmenin nasıl olması gerektiğine dair bir Zen hikayesi vardır. Sizi hikayemizle baş başa bırakalım.

Batıdan gelen bir bilim adamı, saygıdeğer bir Zen ustasının kapısını çalar ve “Sizden Zen’i öğrenmek isterim.” der.

Zen ustası misafiri kabul edip buyur eder. Bilim adamı, Zen hakkında bildiği her şeyi anlatmaya başlar. Usta,  ziyaretçisinin durmasını bekler, ama o sadece devam eder.  Bu arada usta çay hazırlamaya başlar.  Suyu kaynatır, çayı potaya koyar ve dikkatle bekler;  bardakları hazırlar. Tüm bu süre içerisinde bilim adamı konuşmaya devam eder.

Zen ustası, misafir için yavaş ve dikkatli bir şekilde çay dökmeye başlar.  Çay, bardağın ağzına ulaştığında, usta dökmeye devam eder. Çay, bardağın yanından masaya ve masanın karşısından aşağıya akmaya başlar.

Bilim adamı sıcak çaydan kaçınmak için geri sıçrar ve “Dur! Bardak çoktan doldu” der.

Zen ustası çay dökmeyi sonlandırır,  misafirine bakar ve sessizce şöyle der:

“Zihnin bu fincan gibi; zaten dolu. Çayımı tatmak istiyorsan önce fincanını boşaltmalısın.”

Liderlikte Dikkat – Konsantrasyon

Yönetim süreçlerinde liderin bireysel performansını doğrudan, örgütünün performansını dolaylı etkileyen önemli yetkinliklerden birisi dikkat ya da konsantrasyondur.

Yaklaşık beş yıldır kendi üzerimde yaptığım içsel çalışmalarda deneyimsel olarak fark ettiğim dikkatin an’a taşınmasının verimlilik üzerine etkisini, birçok bilimsel araştırmada test edildiğini gördüğümde heyecanlanmış ve içimde coşku oluşmuştu.

İçsel çalışmalar açısından dikkat ya da konsantrasyonu, bilincin geçmişte olandan (duygusal), gelecekte olandan (zihinsel) ya da fizyolojik isteklerden (içgüdüsel) arınmış olarak şu anda olanlara odaklanması şeklinde değerlendiriyoruz.  Başka bir deyişle dikkat ya da konsantrasyon, “şu andaki” yaşantılara odaklanmanın psikolojik sürecidir.

Üzülerek bildirmeliyim ki, dikkatimizin ve dolayısı ile enerjimizin büyük bir kısmını duygusal, zihinsel ya da içgüdüsel merkezlerimizin gereksiz dürtüleriyle israf ediyoruz. Duygusal olarak arzulardan, zihinsel olarak kaygılardan ve içgüdüsel olarak kontrol arayışından arınabildiğimiz oranda dikkatimizi an’da olana yönlendirebiliyoruz.

Bizleri an’da olandan koparıp dikkatimizi düşüren, bilincimizin çok az kısmını kullanmamıza neden olan ve enerjimizi israf eden konuların neler olduğunu bilmek için kişiliğimizi tanımamız ve kişilik tipimizden kaynaklanan enerji kaçaklarını ortadan kaldırmamız gerekiyor. Enneagram bu konuda bize çok güçlü veriler sunuyor.

Dikkatin an’dan kopmuş olmasına biz içsel çalışmalarda özdeşleşme diyoruz. Özdeşik formdayken beyin hücreleri arasındaki sinapsların büyük kısmı kayboluyor. Beynin bir ucundaki bilgiyle diğer ucundaki bilgi arasında irtibat kurulup ana özgü çözüm ortaya çıkması için özdeşik formda olmamamız gerekiyor. Özdeşik formdayken en önemli sorunlarımızdan birisi de kurgularımız (imajinasyonlar) yüzünden gerçeklikten kopmamız ya da gerçekliğin tamamını algılayamayışımız olarak karşımıza çıkıyor. Bir diğer sorun ise dikkat olmadığında duygusal zekamızın da geriliyor olmasıdır.

İnsan olarak liderler de profesyonel yaşamlarında bu sorunlardan dolayı kapasitelerini hayata geçirmekte zorlanıyorlar.

Birçoğumuza içsel olarak zaman zaman kendiliğinden gelen bir soru vardır:

“Şu anki görevimde nasıl farklı ve etkili bir rol oynayabilirim?”

Bunun cevabı kolaydır ama bu cevaptaki kapasiteye ulaşmak zordur.

Cevap, “dikkatin an’a odaklanmasıdır”. Fakat bu söylendiği gibi kolay hayata geçirilemiyor.

Dikkatin an’a odaklanması kendimizim, çevremizin, kaynaklarımızın ve ilişkilerimizin bilinçli olarak farkında olmamızı sağlıyor. Bu bir yönüyle mental zakayla birlikte duygusal zekamızın da çalışıyor olması anlamına geliyor.

Daha önce “DLM İle Liderliğinize Dinamizm Katın” isimli makalemde liderlik tiplerinin dikkatinin en çok yöneldiği, onların en çok özdeşleştiği konuları özetle ele almıştım.

Dikkatin an’a odaklanması algı zenginliğine, bilincin yükselmesine, ego kaygılarından ve arzularından arınmaya, beyin kapasitesinin daha fazlasını kullanmaya, duygusal zekanın yükselmesine, takım arkadaşlarımızdan gelen önerileri yansız olarak değerlendirmeye ve önerilerden yararlanmaya, kaynakların ve fırsatların isabetli yorumlanmasına kapı açıyor. Aslında an’a odaklanmamış bir zihinde dikkat yoktur özdeşleşme vardır. Dolayısı ile dikkati, an’a odaklanma becerisi olarak da ele alabiliriz.

Peki dikkatimizi an’a odaklamak için neler yapmalıyız? Maddeler halinde değinmeye çalışayım.

İlk olarak kişilik tipinizi öğrenmelisiniz. Başka kişilik envanterleri de kullanabilirsiniz, ama insana dair en çok veriyi sunan en derin güdülerimizi bize tanıtan Enneagram’ı kullanmanızı özellikle öneririm. (Web sitemizde bu hizmetten ücretsiz yararlanabilirsiniz.)

İkinci olarak liderlik potansiyellerinizi keşfedin. Kişilik tipi size kişiliğiniz hakkında çok bilgi sunar, ama nasıl bir liderlik potansiyeline sahip olduğunuz konusunda profesyonel desteğe ya da raporlamaya ihtiyacınız vardır. Biz DLM ile bu konuda yakın bir zamanda hizmet vermeyi planlıyoruz.

Üçüncü olarak bilinçli farkındalığınızı geliştirecek, kişiliğiniz üzerine kuramsal bilginin ötesine geçen iç gözlemci geliştirmelisiniz. İç gözlemciniz sizi yansız-yargısız-objektif olarak gözlemleyen, sizi size rapor eden, bilişsel olarak yapılandırılabilen zihinsel bir fonksiyondur. Bu konuda birçok sivil çalışmalar var. Oralardan yararlanabilirsiniz. (Biz de bireysel alan için Enneagram Transformasyon, liderlik alanları için de  DLM Transformasyon (Liderlik Zenginleştirme ve Dönüşüm Atölyesi) hizmetleri sunmaktayız. Her ikisinde kurumsal taleplere de cevap vermekteyiz).

Dördüncü ve en önemlilerinden birisi dikkatinizi geliştirmektir ki bu yazının temasıdır. Dikkatimiz yukarıda bahsettiğimiz gibi kişilik merkezlerimiz tarafından yanlı, sübjektif, yargılayıcı ve özdeş formdaki gündemlerimizle o kadar meşguldür ki an’da olan birçok şeyi kaçırırız ve objektiflikten uzaklaşırız. Bu nedenle dikkat çalışması liderler için olmazsa olmazdır. Dikkatimizi an’a getirebilmek için önerilerimi yazacağım.  Ama öncesinde dikkatli olup olmadığınıza dair bir fikir elde etmeniz için hemen şu sorulara içsel olarak cevap verin ve cevaplarınızı aklınızda objektif olarak tutun:

Bu soruyu okumadan önce, oturduğun koltuğu hissediyor muydun? (1)

Bu soruyu okumadan önce nefes alış verişini hissediyor muydun? (2)

Bu soruyu okumadan önce içinde bulunduğun ortamdaki ses, ışık, koku ve eşyaları algılıyor muydun? (3)

Bu soruyu okumadan önce bu yazıyı niçin okuduğunun bilişsel olarak farkında mıydın? (4)

Bu soruyu okumadan önce bu yazının nasıl biteceğine dair bir öngörün var mıydı? (5)

Bu beş sorudan ilk dördüne yanıtın evet, sonuncuya yanıtın hayır ise yüksek bir dikkat taşıdığını kendine söyleyebilirsin. Ama bundan dolayı içinde kibir yükseliyorsa dikkatin dağılıyor demektir sevgili okuyucu.

Şimdi dikkati toplamak için de üç pratik öneri sunacağım. Dikkatin çalışması için zihinsel, duygusal ve içgüdüsel konuşmalardan uzaklaşman gerekir. Dikkatimizi dağıtan bu üç merkezin sürekli zihnimizi meşgul etmeleridir. Bu meşguliyetten şu üç egzersizi kendince istikrarlı şekilde uygulayarak kurtulup dikkatini çalıştırabilirsin.

A.Vücuduna odaklan. Vücudunu dikkatin ile tara, ayak uçlarından tepene kadar kendini hissetmeye çalış. Bunun için günde 10 dakika vakit ayırarak dikkatinin güçlenmesine katkı yapabilirsin.

B.Nefesine odaklan. Vücutta olduğu gibi nefese de odaklanmak zihnimizdeki konuşmaların sona ermesine ve anda olanlara odaklanmamıza (dikkatin çalışmasına) kapı aralar. Günde 10 dakika nefes alıp vermeye odaklanmak dikkatimizin güçlenmesine katkı yapar.

C.Algıya odaklan. Beş duyu organımız sürekli olarak algılar, ancak dikkatimiz çalışmadığı için bu algıları genelde hissetmeyiz. Sese, ışığa, eşyaya, manzaraya, kokuya, tada odaklanmak dikkatimizin gelişmesine katkı yapar. Yemeğin tadı, çeşmeden akan suyun sıcaklığı, ortamdaki kokular, temas ettiğimiz eşyanın sertliği, ortamdaki ışıklar ve sesler dikkat ve farkındalık için içimize çekercesine algılanmalıdır.

Bu egzersizleri karma olarak da günde 10 dakikalık süreyle yapabilirsiniz. Daha sonra da bu egzersizi günün daha fazlasına yaymaya çalışmalısınız. Konuşan kişinin ses tonundan bir arkadaşınızın parfüm kokusuna, yemeyin tuzundan güneş ışıklarının yükselip alçalmasına kadar gün içinde odaklanabileceğiniz bir çok algı olacaktır.

Düşük dikkatli bilinç düzeyine ego diyoruz. Ego düzeyinde bilişsel fonksiyonlarımız işlev kaybına uğramıştır. Sağlıklı düşünemeyiz, algıların çoğuna karşı duyarsız kalırız, objektif algılayamayız, diğerlerini zaman zaman yok sayarız. Ego sürekli sadece bir şeye odaklanır (özdeşleşme) ve başka algılarla ilginin dağılmasını istemez. İlginin başka algılar tarafından dağıtılması egoda stres ve öfke oluşturur. İstenmeyen algılar ilginizi dağıtıyor, stres ve öfke oluşturuyorsa o an dikkatinizin düşük olduğunu hatırlayıp birkaç nefes alarak dikkatinizi yükseltmeye çalışın.

Algıya odaklanmak, zihinsel konuşmalara ara verdirir ve gerçeklerle tanışma fırsatını yakalarız.  Yukarıda önerdiğim üç egzersiz de algıya odaklanmayı farklı şekilde domine eder. Dikkatin yükselmesi, sadece mental zekamızın (IQ) değil duygusal zekamızın da (EQ) aktivitesini artırmasına kaynaklık eder.

Liderlikte an’a odaklanmanın verimliliğini ve coşkusunu keşfederseniz, bunu ilham olarakda çevrenize yansıtmamanız mümkün değil.

Dikkatinizin sizinle olması dileğiyle sevgiler sunarım.

 

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

14.07.2018

 

 

 

 

 

 

Enneagramda İrade Ve Mizaçların Kurtuluşu

En sade olarak irade, ulaşmak istediğimiz bir hedef için eyleme geçmek ve hedefe varana kadar kararlılık göstermek şeklinde tanımlanabilir.

İrade, kişilik tipleri açısından bakıldığında her tip için farklı bir form içerdiği gibi ana özgü form değişiklikleri de gerektirir.

İrade ile ilgili ilgili yanlış kanaat ve imajinasyonlara sahibiz. İradenin kadim gelenekte sahte ve saf irade olarak iki şekilde ele alındığını hatırlayalım. Saf bir irade sahibi olup olmadığımızı anlamak için hangi eylemlerimizi saf irade ile hangi eylemlerimizi sahte irade ile yürüttüğümüzü ayırmamız gerekir.

Bir eylem ya da eylemler dizisinin irade olup olmadığını ayırt etmek için iradenin gösterildiği hedefin ve güdünün irdelenmesi gerekir. Bencil arzularımıza ulaşmak için yapılan eylemler kadim gelenekte sahte irade olarak nitelendirilmiştir. Saf irade ise bencillikten arındırılmış, akıl ve vicdan ışığında belirlenmiş hedefler için yapılan duruş ve eylemler bütünlüğü olarak tanımlanabilir.

Profesyonel iş yaşamımızla ilişkili sürdürdüğümüz eylemlerimizi bu iki sınıflama dışında tutmamız gerekiyor.

Saf irade, güç alanımız içerisinde olmak üzere seçme özgürlüğü ve yapma kararlılığıdır.

Egomuz (mizacımız) tarafından güdülenen, sadece kendimize hizmet eden, diğerlerinin ihtiyaçlarını, varlığını, duygusunu ve düşüncesini yok sayan istekler bencil arzularımızdır. Bunlar ego tarafından ihtiyaç gibi algılanır ve bu yoldaki çabalar da irade zannedilir, oysa bu güdüler peşinde sürüklenmedir.  Burada bilinçli bir farkındalıkla seçme özgürlüğü ve bir kararlılık söz konusu değildir.

Yemek bir ihtiyaçtır, yemek için gösterilen irade saf bir iradedir. Ancak ölçüsüzce yemek, her şeyden tatmak istemek, bir ihtiyaç değil arzudur. Ölçüsüzce yemek ve her şeyden tatmak için gösterilen gayretler (!) irade değil, iradenin esaretidir. Yemek örneğini bütün istek ve arzularımıza uyarlayabiliriz.

Kişilik tipleri açısından bakıldığında ise durumu ayırmak çok daha kolaydır. Aşağıda kişilik tiplerinin özdeşleştiği güdüler tarafından kullanılan sahte irade konuları ve bu özdeşleşmeden kurtularak göstermeleri gereken saf irade konularını kaleme aldım.

Tip 1: Sahte İrade: Çevresini mükemmel hale getirmek için sürekli kusur bulup her şeyi kusursuz yapmak. Saf İrade: İradesini, dış dünyayı mükemmelleştirme arzusundan vazgeçmek, kusur bulma kabiliyetini kullanarak kendini mükemmelleştirmek için kullanmalı.

Tip 2: Sahte İrade: Diğer insanların ihtiyaçlarını keşfedip, onların ihtiyaçlarını karşılamak ve onları iyiye yönlendirmeye çalışmak. Saf İrade: İradesini diğerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktan vazgeçmek, bireysel ihtiyaçlarını karşılamak, diğerlerini yönlendirmeden vazgeçmek ve koşulsuz sevmek için kullanmalı.

Tip 3: Sahte İrade: Gördüğü her işi bitirmek için olağandışı gayret gösterip, her ortamda özenilen imaj edinmeye çalışmak. Saf İrade: İradesini kendinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak ve imaj oluşturma yerine doğal davranmak için kullanmalı.

Tip 4: Sahte İrade: Sıradan olan her şeyi reddedip, sıra dışı fikirler ile çevresini dönüştürmeye çalışmak. Saf İrade: İradesini dışarıyı yenilemekten vazgeçip, içeriden gelen ilhamla kendi iç dünyasını yenilemek için kullanmalı.

Tip 5: Sahte İrade: Dışarıdaki kaynakları elde etmek için olağandışı çabalayıp, tüm kaynakları kendine saklamak. Saf İrade: İradesini dışarıdaki kaynaklara yönelmekten vazgeçmek, mevcut ve sezgisel kaynaktan gelenle tatmin olmak ve kaynakları diğerleriyle paylaşmak için kullanmalı.

Tip 6: Sahte İrade: Dışarıda güvenilir güç kaynağı bulmak için her şeyde güvenilmez olanı arayıp şüpheci olmak. Saf İrade: İradesini dışarıda güven arayışından vazgeçmek, iç sesini dinleyip kendine güvenmek ve dışarıya karşı cesur olmak için kullanmalı.

Tip 7: Sahte İrade: Gelecekte konforunu sağlayacak deneyimler peşinde ölçüsüzce koşturmak. Saf İrade: İradesini, yeni deneyimlerden vazgeçip, eldeki deneyimi özümseyene kadar yaşamaya ve minnet duygusunu hissedip göstermek için kullanmalı.

Tip 8: Sahte İrade: Kimseye teslim olmamak için diğerlerine boyun eğdirene kadar güç gösterisine girişmek Saf İrade: İradesini diğerlerini boyun eğdirmekten vazgeçmek, nefsini olağan akışa bırakmak ve yüce gönüllülük için kullanmalı.

Tip 9: Sahte İrade: Çatışmadan kaçınmak için diğerlerine dışsal olarak uyumlu gözükmek ve kendi fikirleri için harekete geçmemek. Saf İrade: İradesini her şeye dışsal olarak uyumlu olmaktan vazgeçmek, kendi varlığını hatırlayarak kendi duygu düşüncelerini paylaşma ve hayata geçirmede ısrarcı olmak için kullanmalı.

 

Dr. Abdurrahman SUBAŞ

14.05.2018

Not: Özgün metindir, kaynak göstermeden kullanılması uygun değildir.

DLM Marka Tescili

Değerli takipçilerimiz;

Doktora tezimde geliştirdiğim ve daha önce sizlere duyurduğum Dinamik Liderlik Modeli’nin (DLM) Türk Patent Enstitüsü’nden marka tescilini almış olmanın coşkusunu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dinamik Liderlik Modeli, liderlik süreçlerinde Dünyada ve Türkiye’de ilk defa elde edilmiş verilerden yola çıkarak liderlikte yeni bir anlayış ve dönüşüm öngörmektedir.

Model kapsamında geliştirilen DLM-A (Dinamik Liderlik Akademisi) DLM-R (Kişisel Liderlik Stili Raporu) ve DLM-T (Liderlik Dönüşüm Atölyeleri) sayesinde liderliğinizin GZFT analizini elde edecek, kişiye özgü liderlik gelişim ve dönüşüm çözümlerini deneyimleyeceksiniz.

DLM’ye göre liderlik, merkezden çevreye doğru genişler. Merkez liderin kendisidir. En zor yönetim alanı burasıdır. Kendini yönetebilen lider çevreyi ve süreçleri de etkili şekilde yönetebilir. Dinamik Liderlik Modeli, profesyonel gelişime kendimizden başlayarak çevreyi tanıma ve yönetme anlayışına dayanan liderlik sanatıdır.   Model, enneagram dokuz kişilik tipinin, dokuz liderlik stillerine yönelimlerinin incelenmesiyle ortaya çıkmıştır. Model bilimsel verilerden ortaya çıkmış ve gelişim/dönüşüm önerileri bilimsel temelli yapılandırılmıştır. Model, bilinçli farkındalıkla IQ, EQ ve PQ’nun birlikte kullanılmasını, yönetim süreçlerinin an’a özgü dinamizmle yürütülmesini öncelikli alan olarak ele almıştır. DLM-T, yönetimde 360 derece liderlik döngüsü ile kişisel potansiyelimizin tamamını performansa dönüştürmeyi hedeflemiştir.

İlerleyen aylarda DLM-A, DLM-R ve DLM-T ürünleriyle sizlere hizmet sunacak olmaktan dolayı duyduğumuz heyecanı, ürünlerimizi deneyimleyerek yaşayacağınız coşkuya dönüştürmek dileğiyle saygılar sunarım.

 

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

DLM Modelisti

 

DENGE: Kalp ve Kafa İzdivacı

Üzüntü de sevinç gibi canlılık belirtisidir.

Canlılık, duyguları uçlarda yaşamaktan içtinap etmekle zenginleşir. Tersi ise bir nevi marjinal duygulanımdır.

Marjinal duygulanım, sizi şeylerle özdeşleştirir ve duygunuzun tadını bozar.

Marjinal duygulanım, yolun kenarındaki mucurlarda gaza/frene basmaya benzer. Oysa orda kontrol sizden çıkmıştır ve her an savrulabilirsiniz.

Marjinal duygulanımın sebebi, şeylere yüklediğimiz imajinatif değerlerdir. İmajinatif değerler aynı zamanda bizi gerçeklikten uzaklaştırır.

Yarattığının (insanın) potansiyelini en iyi bilen Rab, “Allah aşırıya gidenleri sevmez” hakikati ile düşünenlere ne güzel öğüt vermiştir.

İtidali (denge) elde etmenin yolu, kafa ve kalbin birlikteliği ile mümkün görünüyor.

Dr. Abdurrahman Subaş
5 Nisan 2018

Her Şey Aslına Rücu Eder

Sıradışı Bİr Mizaç-Huy Hikayesi:

Devrin birinde bir padişahın otuz dokuz kızı varmış. Ama padişah taht varisi olsun diye ille de bir erkek çocuk istiyormuş. Bir gün sultan yine hamile kalmış. Hemen padişaha bildirmişler. Padişah divan toplantısını bırakmış ve doğru sultanın yanına gitmiş. Önce sevindiğini söylemiş ardından da;

“Eğer bu da kız olursa, kızınla birlikte seni surlardan denize atarım” demiş.

Aradan aylar geçmiş. Padişah sefere çıkmış uzak bir memlekete. Bu arada sultan hastalanmış ve ay parçası gibi bir kız evlat dünyaya getirmiş. Cariyeleri bir telaştır almış, hiç biri sultanın kız doğurduğunu söylemeye cesaret edemiyormuş.
O esnada sarayın yakınından geçen bir çingen kafilesinin beyi saraya uğramış ama telaştan kimse onunla ilgilenmek istememiş. Telaşı fark eden çingen beyi, bir cariyeye yaklaşıp neler olduğunu sormuş. Cariye kızcağız da anlatıvermiş olup biteni.

Çingen beyinin gönlü, sarayın cömert sultanının kızıyla birlikte surlardan atılacak olmasına razı olmamış ve cariyeye demiş ki:
“Beni sultana çıkar, sorunu çözeyim”

Cariye çingen beyini sultana çıkarmış. Çingen beyi odadan herkes çıkarsa sorunu nasıl çözeceğini sultana anlatacağını söylemiş.

Sultanı kurtarmaya kararlı çingen beyi herkes çıkınca sultana demiş ki;

“Bizim yeni bir oğlumuz oldu, kervanda hanımımın kucağındadır şimdi. Dilerseniz kimseye söylemeden çocukları değiştirelim”.
Bu fikir sultanın canını yaksa da, bilhassa bebeğinin canını kurtarmak için kabul etmiş ve çocuklar değiştirilmiş.
Ardından padişaha ulak gönderilmiş ve bir erkek çocuğunun olduğu haber verilmiş.

Padişah sevinçten seferi yarıda bırakıp geri dönmüş. Sarayda kırk bir gün kutlamalar yapılmış.

Gel zaman git zaman çocuk biraz büyüğünce ülkenin en iyi müderrislerinden, lalalarından eğitim almaya başlamış. Ne de olsa geleceğin padişahı, herkes üstüne titriyormuş.

Çocuk yedi sekiz yaşlarındayken ava çıkarılmaya başlanmış. Bir gün padişah ava giderken oğlunu da almış yanına ama onu lalaya teslim etmiş.

Dalmışlar ormana. Çalılık bir yerden geçiyorlarmış, çocuk şehzade lalaya demiş ki;

“Lalam, şu çalılardan ne güzel süpürge yapılır”.

Lala, içinden “sarayda büyüyen çocuk, çalıdan süpürge yapıldığını nerden öğrendi acaba” diye düşünüp Hasbinallah çekmiş.

Biraz daha gitmişler, otlakta serbest kalmış eşeklerin yanından geçiyorlarmış.
Çocuk şehzade lalaya;
“Lalam, şu eşeklerin kuyruklarındaki kıllardan ne güzel elek yapılır” demiş.

Lala iyice şaşırmış, ama sarayda büyüyen bir çocuğun bunları nerden öğrendiğine dair bir açıklama bulamamış.

Bir süre sonra çok güzel ince fidanlı selvilikten geçiyorlarmış. Çocuk lalaya demiş ki;

“Lalam, şu ince selvi çubuklarından ne güzel sepet örülür”.
Lala iyice afallayıp kalmış ama kimseye de bahsedememiş, zira çocuk küçüklüğünden beri onun yanında eğitim görüyormuş. Hiç bu tür deneyimler yaşamamış bir çocuğun bunları söylemesi onu ürpertmiş.

Akşama doğru herkeste bir yorgunluk olmuş, padişah uygun bir yerde dinlenmek istediğini söylemiş. Vezir ileride bir çingen otağı olduğunu ve orada güvenli şekilde dinlenebileceklerini söylemiş.
Padişah da uygun görmüş ve çingen otağına varmışlar. Padişahı, oğlunu ve önemli adamlarını otağın en güzel çadırına almışlar.

Padişah su istemiş otağın çingen beyinden. O da hemen getirilmesini istemiş. Suyu bir kız çocuğu getirmiş, endamlı güzel ve zarif bir kızmış.

Suyu padişaha uzatmış. Padişah yorgunluk ve susuzluktan tam suyu kafaya dikecekmiş ama bir de ne görsün;

Kasedeki suyun içinde bir saman parçası.

Çok öfkelenmiş içinden ama misafirlikte olduğu için belli de edememiş. Saman çöpü boğazına gitmesin diye suyu yavaş yavaş içmiş.

Misafir ama neticede padişah, dayanamamış ve suyu getiren kıza bakarak:

“Evladım, her halinden belli ki, çok akıllı, zarif ve temiz bir kızsın. Bardak da temiz, su da temiz. Her şey güzel ama bu kadar güzelliği bir saman çöpüyle yok ettin, kasenin içindeki saman çöpünü nasıl göremezsin?”

Kız sakin şekilde padişahı dinledikten sonra demiş ki;
“Haşmetli padişahım, siz buraya gelirken gördüm ki siz avdan geliyordunuz ve çok yorgundunuz. Bizim de suyumuz soğuktur. Yorgun iken soğuk suyu hızlıca içerseniz ciğerlerinize zarar verir. Bundan dolayı bir saman çöpünü yıkadım ve kasenin içine attım ki yavaş yavaş içesiniz”.

Padişah, duydukları karşısında hayrete düşmüş ve kendini tutamayıp padişahlığın kibriyle şöyle demiş:

“Bir çingen çadırında bu kadar akıllı bir kız nasıl olur, bu ancak padişah kızlarında olacak bir akıldır”.

Çingen beyi ve kızı bu aşağılamayı çaresiz boyun büküp sineye çekmişler.

Derken lala söze girmiş.
“Padişahım, bu gün ben de çocuğunuz şehzademizden ona yakışmayacak davranışlar gördüm” demiş.

Padişah da neler olduğunu anlatmasını istemiş.

Lala, şehzadenin yolda çalılar, eşekler ve selvi çubuklarını gördüğünde söylediklerini anlatmış ve eklemiş;

“Sarayda büyüyen şehzademiz bu çingen işlerini nerden öğrenmiş hayret ettim”.

Herkes şaşırıp kalmış.

Çingen beyi de dayanamayıp “padişahım bir hayretlik olay da ben anlatayım mı?” diye söz istemiş, destur almış ve başlar anlatmaya:

“Yıllar önce bir sarayın ödünden geçiyorduk, sarayda bir telaş olduğunu gördük………
….O gün sultanın bize verdiği kız çocuğu size su getiren o akıllı kızdır ve sizin kızınızdır, sizin şehzade de bizim o gün sultana bıraktığımız oğlumuzdur”.

Şaşkınlıktan yüzler kızarır, padişah ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır. Ortamın gerildiğini gören tecrübeli veziriazam ortamı şu sözlerle yumuşatmaya çalışır:

“Efendim ben huylunun huyundan vazgeçmeyeceği anlamına gelen şöyle bir söz duymuştum Araplardan”:

“Külli şey’in yerciu ila asli”, Yani “her şey aslına döner” demiş ve devam etmiş veziriazam:

“Gördüğünüz gibi ey insanlar, padişahımızın kızı çingen çadırında büyüse de aklını zerafet ve hikmetle kullanıyor, çingen beyinin oğlu da saraydaki muhteşem eğitimlerden geçse de aklını süpürge, elek ve sepetle meşgul ediyor”.

Veziriazamın veciz ve padişahı öven sözleri padişahın hoşuna gitmiş ve yüreği yumuşamış. Erkek çocuk sahibi olma hırsından dolayı başına gelenlerden utanan padişah, çingen beyini bu alicenap davranışlarından dolayı altınla ödüllendirip, onu aşağıladığı için de özür dilemiş.

(Padişah son kısımda anlatılanı gerçekten yapmış mı bilmiyorum, ama ben olsaydım padişahın yerinde, bu kadar kabahatin üstüne böyle bitirirdim hikayeyi  )

Siz de dilediğiniz gibi bitirebilirsiniz. 

Gerçeklik Mücadeledir

Algılarımız gerçek midir?

Bakışlarımıza/duyuşlarımıza beklenti yükledikçe hiçbir algımız gerçek olamaz.

Beklentisiz bakabilirsek gerçeği ancak görebiliriz.

Kişiliğimizin çekirdeğini oluşturan mizaç bizim ilk beklentimizdir.

Karakterimizi oluşturan yargılar (şemalar) ikinci beklentimizdir.

Kişiliğimizin parçası olan ilişkilerimiz üçüncü beklentimizdir.

Bu üç beklentinin etkisinden kurtulabilmek için “amaçlı çabalarımız” olmalıdır ve bu çaba yaşam boyu devam etmelidir.

Amacımızdaki (niyetimizdeki) saffet ve samimiyet, çabamıza etki eder.
Çabamız ise irade ve algılarımız üzerinde tesir gösterir.

İlk gerçeklik deneyiminden sonra bizi daha büyük algı tuzakları beklemektedir çünkü beklenti yükselir.

Bu, içimizde ömür boyu devam eden gerçeklik ve sahteliğin iktidar savaşıdır.

Aslında çekirdeğimiz ve tüm yapısal potansiyelimiz çok tanıdıktır ve gerçekliğin yanındadır.

Ancak biz dışarıda onay aradığımız için gerçekliğin destekçisi içsel dinamikleri susturmuşuzdur.

Sahte olanları feda ettikçe gerçeklikle ödüllendiriliriz.

Bu meydan savaşına, küçük sahteliklerimizi, küçük bağımlılıklarımızı feda ederek başlayabiliriz.

Dr. Abdurrahman Subaş

24.03.2018

Mutluluk ve Özgürlüğün Formülü


“Kontrol edemeyeceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz şeyleri kontrol etmeye ve değiştirmeye çalışmamız yalnızca şiddetli bir acı duymamıza neden olur” Epiktetos

Mutluluk ve özgürlüğünüz, onları hangi kaynaklarda aradığımıza göre değişir.

Mutluluk ve özgürlüğümüz, onları ne kadar çok içsel kaynakta ararsak o oranda artar. Ancak bunun için içsel kaynaklarımızın zenginliği söz konusu olur. İçsel kaynaklarımız zayıf ise dikkatimiz hızla dışsal kaynaklara yönelir.

Mutluluk ve özgürlüğümüz, onları dışsal kaynaklarda aradığımızda düşmeye başlar. Çünkü dışsal kaynaklar bizim kontrolümüzde değildir. Dışsal kaynaklara yöneldiğimizde arzularımızın şiddeti sürekli arttığı gibi, onları her an elde edebilir ya da kaybedebiliriz de. Bu da mutluluğumuz ve özgürlüğümüzün çalkantılı olması anlamına gelir.

Görselde formüle ettiğimiz gibidir, mutluluk ve özgürlüğümüz, payı artırırsak artar paydayı artırırsak azalır.

Burada şöyle bir mekanik de vardır. Dikkatimizi hangi tarafa yoğunlaştırırsak orayı büyütürüz.

Dikkati içsel kaynaklara yoğunlaştırmak, sezgiyi çalıştırır ve içsel zenginlik gelişmeye başlar..

Dikkati dışsal kaynaklara yöneltmek arzularımızı şiddetlendirir ve kendimizi daha çok dışsal kaynağa ihtiyaçlı ve bağımlı hissetmeye başlarız.

Dr. Abdurrahman SUBAŞ
Eğitim ve Yönetim Bilimci

13.03.2018