Seni Yöneten Akıl mı Ego mu?

Ego reddeder, akıl reddedişe kılıf uydurur.
Ego kabul eder, akıl kabul edişe kılıf uydurur.

Özellikle inanç ya da dogma haline gelmiş düşüncelerimiz ile aidiyet hissettiklerimizle ilgili tutumlarımız bu dinamikle çalışır.

Gönlünüzü açarsanız (açık kalp) o, egoyu ortadan kaldırır ve saf aklın (sessiz zihin) çalışmasını sağlar.
O zaman gerçek bir kabul ediş ya da reddediş kararı vermiş olursunuz.

Açık bir kalp ve sessiz bir zihinle çalışan bir insanın hakikati ıskalaması mümkün değildir.
Kalbinizi açabilirseniz ego zindanından kurtulur, psişik yüklerinizden arınır, somatik ağırlıkları bertaraf etmiş olursunuz.

Böyle bir form (keyfiyet) yakalayınca bütün eylemleriniz bir erdem olur, evrensel olanla birlikte hareket etmenin coşkusunu (zevk-i ruhani) iliklerinize kadar hissedersiniz.

Yol ola vara menzile…

Dr. Abdurrahman Subaş

01.03.2018

Eğitimcinin Fütürist Hülyası

 

Sayın beyefendiler, sayın hanımefendiler,

Öğretmen ve okulun rolünü tartışmaktan bir hal olduk.

Bir gün bu ülkede yüksek sesle “nasıl insan” yetiştirmeliyiz tartışmasının yapıldığına ve iyi kötü bir karara varıldığına şahit olabilecek miyiz acaba?

“Nasıl insan” yetiştireceğine karar verememiş bir toplumda, okulun ve öğretmenin rolünün ne önemi var?

Ey eğitim biliminin duayeni hocalarım, büyüklerim…

Ne olur, hepimiz toplumca uçuruma yuvarlanmadan, bir yolunu bulun, bir platform oluşturun, bir şeyler yapın ve bu memleketin önüne şu iki konuda bir vizyon oluşturun:

“Nasıl insan” yetiştirmeliyiz?

İnsanı, nasıl yetiştirmeliyiz?  

Bu iki soruya cevap bulamamış tüm toplumlar, trambolinde zıplamakla yol almayı birbirine karıştırmaktadır. Harcanan enerji yüksek, hareket çok, alınan yol sıfır.

Bir sistemin parçaları aynı yöne doğru hareket etmedikçe, sistem hareket etse de ilerleme sağlayamaz, üretemez ve sonunda devrilir. Ortak vizyon yoksa, sistemin parçaları aynı yöne doğru hareket edemez, sistemi farklı yönlere çeken parçalar enerji kaybına neden olur. 

Cinnet derecesinde toplumsal olaylarla karşılaşıyoruz (çocuklara tecavüze kadar indi) ve tikel olarak bunlara tepki oluşturuyoruz.

Biz, “nasıl insan” yetiştirmeliyiz sorusunu erteledikçe cinnet büyüyecek ve sonra tikel olaylara karşı da duyarsızlaşmaya başlayacağız, sonra da maruz kaldıklarımıza tepki verecek insan kalmamış olacak…

Ve bir gün böyle bir tartışma yapılır ve cevaplar aranmaya başlanırsa öncelikli olarak21. yüzyıl nitelikleriyle dolu insan” tipi değil, “çocukluğu, özü bozulmamış insan tipi”nin nasıl yetiştirileceğine karar verilsin lütfen…

Patronlar kazanç istiyor, nitelikli eleman istiyor, nitelikleri yüksek olmayana iş yok telaşlarından dolayı “insaniliği ihmal edilmiş eleman” yetiştirme kâbusundan uyanmalıyız.

Ve “insani melekelerini kaybetmemiş, işgücü nitelikleri yüksek insan” ı nasıl yetiştirebiliriz sorunsalına yönelmeliyiz.

Aksi halde;

Zihinleri Sokrates’ı idama mahkum eden zavallılıkta, sistem dışına itilenler ancak Einstein parlaklığında olduğunda hayıflanacak kadar alçalmış, kim bilir daha kaç Hezarfen Çelebi’yi sürgüne gönderecek korkaklıkta canlıların yaşadığı bir gelecek bizi bekliyor olacak.

Bu satırları niye mi yazıyorum?

Çünkü kendime ve doğaya karşı sorumluluk hissediyorum. Ve yüksek kariyer güdülü medeniyetimizin bana biçtiği rol susmak iken bunu reddediyor ve hiç olmazsa yazıyorum…

Dr. Abdurrahman SUBAŞ  22 Şubat 2018

DLM İLE LİDERLİĞİNİZE DİNAMİZM KATIN

Liderlik stilimizin kişilik tiplerimizle ilişkinse dair daha önce kısa paylaşımlarda bulunmuştuk. Dinamik liderlik modelinin (DLM), liderlik stillerinin enneagram kişilik tipleriyle ilişkisini açıklayan bir yaklaşım olduğu takipçilerimizce malumdur.

Liderlik becerilerimizi ve liderliğimizin süreçlerdeki etkililiğini artırmanın başlangıç noktası potansiyelimizi ve performansımızı tanımlamaktır. Bir şeyi tanımlamadan geliştirmek ve dönüştürmek problem üretir. Dinamik liderlik bu bağlamda en etkili araçtır. Gerek kişisel potansiyeliniz, gerekse liderlik potansiyelinizi görmek ve ikisi arasındaki uyumu öğrenmek için Dinamik Liderlik Raporlama sistemi (DLM-R) geliştirilmiştir.

Peki potansiyelimizi öğrendikten sonra neler yapmalıyız?

Dinamik liderlik yaklaşımında liderler için gelişim ve dönüşüm çözümleri mevcuttur. Liderliğimizin büyük oranda kişiliğimizin etkisi altında olduğunu kabul ettikten sonra iki çalışmaya katılmak gerekmektedir. Birincisi kişiliğimizi geliştirmek, ikincisi liderliğimizi dönüştürmek.

Liderliğimizi dönüştürmek ile neyi kastediyoruz?
Bireysel olarak liderliğimiz kişilik potansiyellerimizle sınırlıdır. Ancak, liderliğimizi kişilik potansiyelimizin önüne geçirmek için bir dönüşüme ihtiyacımız vardır. Zira liderliğimiz, kişiliğimiz tarafından baskı altında tutulmaktadır. Şöyle ki;

Prensipli liderler, mükemmeliyetçi (tip 1) kişiliklerinin baskısı altındadır. Mükemmel olma arzusuyla yönetsel alanlarda gergin ve eleştirel tutumlar sergileyip süreçlere zarar verirler.

Hizmetkar liderler, yardımsever (tip 2) kişiliklerinin baskısı altındadır. İşe odaklanmak yerine ilişkilere ve insanların ihtiyaçlarına odaklanarak süreçlere zarar verirler.

Girişimci liderler, başaran (tip 3) kişiliklerinin baskısı altındadırlar. İşe o kadar odaklanırlar ki, kendilerinin ve paydaşlarının duygu ve ihtiyaçlarını ihmal ederek süreçlere zarar verirler.

Dönüşümsel liderler, özgün (tip 4) kişiliklerinin baskısı altındadır. Farklı olmaya o kadar odaklanmışlardır ki, rutin ve zorunlu işleri bile farklı olmadığı gerekçesiyle reddederek süreçlere zarar verirler.

Stratejik liderler, gözlemci (tip 5) kişiliklerinin baskısı altındadır. Bilgiye ve kaynaklara o kadar odaklanmışlardır ki, beraber çalıştığı insanları ihmal ederek süreçlere zarar verirler.

Etkileşimsel liderler, sorgulayan (tip 6) kişiliklerinin baskısı altındadır. Sorgulamaya ve güvene o kadar odaklanmışlardır ki, tek başlarına sorumluluk almaktan uzak durarak süreçlere zarar verirler.

Vizyoner liderler, maceracı (tip 7) kişiliklerinin baskısı altındadır. Yeni deneyimlere ve planlara o kadar odaklanmışlardır ki, başladıkları işlerde sebat göstermeyerek süreçlere zarar verirler.

Otoriter liderler, reis (tip 8 ) kişiliklerinin baskısı altındadır. Başatlıklarının kabul edilip emirlerinin yerine getirilmesine o kadar odaklanmışlardır ki, alternatif düşünce ve yöntemleri engelleyerek süreçlere zarar verirler.

Güçlendirici liderler, uzlaşmacı (tip 9) kişiliklerinin baskısı altındadır. Çatışmasızlığa o kadar odaklanmışlardır ki, kendi fikirlerini ifade etmekten ve harekete geçmekten uzak durarak süreçlere zarar verirler.

Dinamik liderlik, liderlere kişilik tiplerinin baskısından kurtulacak ya da baskıyı azaltacak dönüşüm programları sunmaktadır. DLM dönüşüm programları sayesinde liderler, kişiliklerinin güçlü yönlerini liderlik süreçlerine yansıtmanın yanında, önceden kişiliklerinin reddettiği diğer liderlik stillerine ait potansiyelleri de kullanma fırsatıyla tanışacaklardır.

Dr. Abdurrahman SUBAŞ 20.01. 2018

Kısa Kısa…

Bu bölümde sözler ve kısa metinler paylaşılmaktadır.

 

En büyük yalnızlık, kişinin kendini beğenmesidir.                       

Hz. Ali

Bir insan ne kadar çok kusurlu ise o kadar çok şefkate ihtiyacı var demektir.

Kusurları gören gözler sana ait ise o kişiye şefkat elini uzatmak da artık senin görevindir.

O halde ya kusur görme, ya da kusur gördüğüne şefkat göster.

Kusur görüp şefkat göstermiyorsan, şefkate en çok senin ihtiyacın var demektir.

Dr. Abdurrahman Subaş

 

Hayatın amacı, içindeki cevheri keşfetmek;

görevi, onu geliştirmek;

anlamı, o cevheri paylaşmaktır.

Davit Viscott

Kalbinizi korumak istiyorsanız, arkadaşlarınızın gıpta damarını tahrik etmeyiniz.

İhtiyaç olmadıkça;

Fakirin yanında malınızdan,

Zayıfın yanında gücünüzden,

Bekarın yanında evliliğinizin mutluluğundan,

Çocuğu olmayanın yanında çocuklarınızdan,

Başarıya aç insanların yanında başarılarınızdan,

Mutsuzun yanında saadetinizden bahsetmeyin.

Dr. Abdurrahman SUBAŞ

Bedelini ödediğiniz şey size aittir.

Talip olduğun her güzelliğin bir bedeli olduğunu, bedelsiz kavuştuklarınınsa sana  ait olmadığını kavramalısın. Talebine ulaştıktan sonra, yoluna bunu elinden almak isteyenlerle mücadele ederek devam edeceğini de unutma.

Eğer siz dürüstlüğü talep ediyorsanız yolunuza dürüstlüğünüzü sınayacak engeller çıkar. Siz engellere rağmen dürüst kalmayı başarırsanız sonunda dürüst olmayan insanlarca linç edilmek istenebilirsiniz. Çünkü sizin dürüstlüğünüzü hilekar insanlar kolaycı menfaatlerine engel olarak görüyorlardır.

Siz mutluluğu talep ediyorsanız, yolunuz mutluluğunuzu bozacak zorluklardan geçer. Zorluklara rağmen mutlu olmayı başarmışsanız, mutsuz insanların kıskançça tavırlarıyla karşılaşırsınız. Çünkü mutsuz insanlar kendilerini sizinle kıyaslayıp daha da mutsuz olurlar.

Düşün bakalım:  

Sen nelere talip oldun?

Ne bedeller ödedin?

Neler kaybettin?

Neler elde ettin?

Ve tekrar düşün:

Değdi mi?

Dr. Abdurrahman Subaş

Egodan kurtulmak için gereken tek şey, onun farkında olmaktır, çünkü farkındalık ve ego bir arada olamaz. Farkındalık, şimdiki anın içinde gizli olan güçtür. Ancak şimdide var olabilirsiniz, geçmişte ya da yarında değil.

Eckhart Tolle

Beklentilerimiz yıkımımızı, belirsizliğe açıklığımız ise direncimizi yükseltir.

Yaşam içerisindeki fâni deneyimlere çok değer yüklemek,  sahilde yaptığı kumdan kaleye gerçeklik (beka) yükleyen çocuklarda olduğu gibi  beklenti,  hayal kırıklığı ve yorgunluğumuzu artırır.

Bakî değerlere entegre olduğumuz oranda, fâni vücudumuzun yükünü ve felaketler karşısındaki yıkımını küçültmüş oluruz.

Dr. Abdurrahman Subaş

Bir lider olarak en öncelikli işiniz, kendi enerjinizi kontrol altına almak ve çevrenizdekilerin enerjilerine orkestra şefliği yapmaktır.

Peter F. Drucker

Yaşamda istediğin kadarını almaya talip olmak  mutluluğu azaltır, hırçınlaştırır, belki canavarlaştırır.

İhtiyacın kadarını almaya talip olmak sakinleştirir, mutluluğu artırır, insan kalmamızı sağlar.

Taleplerimizi gözden geçirmek yüklerimizi azaltır, yaşama sevincimize katkı yapar.       

Dr. Abdurrahman Subaş

 

Sorumluluğun üstlenilmesi değişimin ilk koşuludur. 
Irvin Yalom

 

Sizi doğal olarak üzen bir şeyi, depresyona dönüştürmenin en etkili yolu, başınıza gelen şey için sadece ve sadece kendinizi suçlamaktır

Kln. Psk. Dorothy Rowe

Hiç bir şeyin kaybolmadığı, her şeyin bedeli/karşılığı olduğu bir evrende,

İnsanın gerçeklerden başka sığındığı her şey ona zarar verir.

 

Başarı, sevinç, kazanç, kayıp ve acı gibi fenomenler yaşam merdiveninin basamak renkleridir.

Yaşam içerisinde yürüdükçe bu renklerin hepsinden deneyimlemek olasıdır.

Sen gönlünü basamak renklerine kaptırma, bunlar mevsimliktir.

Yolu, yürüyor olmayı, yürüyenleri, yol arkadaşlarını ve menzili sev.

Dr. Abdurrahman Subaş

Gerçekten ihtiyaç duyulan şey yaşama yönelik tutumumuzdaki temel bir değişmeydi.

Yaşamdan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin yaşamın bizden ne beklediği olduğunu öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu.

Yaşamın anlamı hakkında sorular sormayı bırakmamız, bunun yerine kendimizi yaşam tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi.

Yanıtımızın konuşma ya da meditasyon değil, doğru eylemden ve doğru yaşam biçiminden oluşması gerekiyordu.

Nihai anlamda yaşam, sorunlara; doğru çözümler bulmak ve her birey için, kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstenmek anlamına gelir.

Viktor E. Frankl. İnsanın Anlam Arayışı. s.92

Nasıl İnsan Yetiştirmeliyiz?

Amacımız;  başarılı insan yetiştirmek mi, hayatın her sonucuna açık insan yetiştirmek mi olmalı?

Bu kadar çok ve sık başarı vurgusu yapılırken, hayatın her sonucuna açık insan yetiştirmek mümkün müdür?

Böyle bir ortamda bir insanın hayatın her sonucuna açık kalması mümkün müdür?

Başarıya kilitlenmişlerin, olası başarısız sonuçlarla yüzleşmesi durumunda yıkıntısını nasıl telafi edeceğiz?

Yoksa bir insanı daha gözden çıkararak,  yola ‘kalan sağlar bizimdir’le mi devam edeceğiz?

Dr. Abdurrahman Subaş

İnsanın içinde kendini gerçekleştirmeye yönelik doğal bir eğilim vardır. Eğer bireyin önündeki engeller kaldırılırsa, kişi tıpkı bir meşe palamudu gibi olgun ve kendini gerçekleştirmiş bir hale gelebilir.

Karen Horney

Kendine egemen ol!

Büyük insanların

hayat hikayelerini okurken,

ilk zaferlerini kendilerine karşı

kazandıklarını tespit ettim.

Hepsinde özdisiplin başta geliyor.

Harry Truman

Onur ve erdemlerini menfaatlerine ipotek edersen,

kendini yönetme şeref ve özgürlüğünü

menfaatlerini yönetenlere teslim etmiş olursun.

Bunu yapan yöneticiler olursa,

milletini yönetme  şeref ve emanetini de düşmanlarına kaptırmış olurlar.

Dr. Abdurrahman Subaş

En korkunç şey kendini tamamen kabul etmektir.  C.G. Jung

Savaş ve Barış

Kendiyle (nefs-ego) savaşmayan başkalarıyla barışamaz.

Tanımadığı bir güçle savaşa kalkışmaksa, en hafifinden, akıl fukaralığına işarettir.

İnsan, kendine karşı savaşı kazandığı nisbette kendiyle ya da başkalarıyla barışabilir.

Dr. Abdurrahman Subaş

İnsanın içinde bütün dünya vardır ve eğer nasıl bakman ve öğrenmen gerektiğini bilirsen, kapı orada ve anahtar elindedir. Yeryüzünde senden başka hiç kimse ne sana o anahtarı verebilir ne de o kapıyı açabilir

Jiddu Krishnamurti

Yaşadıklarını an’a sığdır.

Geçmişini geleceğe taşıma.

Geleceğini ise geçmişinin üzerine inşa ettiğini kabul et.

Sürekli değişen bir forma sahip olduğunu, ancak değişimin  an’da olduğun sürece sende yüceltici tesir gösterebileceğini unutma.

Dr. Abdurrahman Subaş

Damla, kendini tamamlayınca damlar.

Mevlana

Enneagram, kişiliğimizin benlik nefsini terk edip nasıl daha büyük bir nefse yönelebileceğimizi bize gösterir; böylece yaşamın kutsal gizeminin bilinçli katılımcısı olabiliriz.

Bu yolda ilk adım, kişiliğimizin bilinçdışı emirlerini yerine getirmekten vazgeçmemiz için kendimizi gözlemlemeye istekli olmaktır.

Savunmasız hücremizin içinde bir esir gibiyiz. Kimse bizi buraya zorla sokmadı; ayrıca anahtarın içeride olduğunu da biliyoruz.

Bu anahtarı bulabilirsek kapıyı açabilecek ve özgürlüğümüze kavuşabileceğiz.

Ama acaba anahtar nerede?

Don Richahrd Riso & Russ Hudson

Affet ve Sev!

Önce kendi hatalarını affet.

Affet ki yapageldiğin hataların, hata olduğunu kabul edecek cesaretin olsun.

Hata olduğunu kabul etmediğin eylemi, terk etme ihtiyacı hissetmezsin.

Hatalarını kabul etmen için,  affederek kendini cesaretlendirmene ihtiyacın vardır.

Sonra!

Sonra da sevdiklerinin ve güvendiklerinin hatalarını affet.

Hata yapma potansiyel ve opsiyonunun herkes için olağanlığını kabul et.

Hatalarıyla hayal kırıklığı yaşatanları suçlama, onlara yüklediğin imajın hatalı olduğunu kabul et.

Hiç kimseye  “hata yapmaz – yapamaz ” imajını yükleyip hayal kırıklıklarına zemin hazırlama.

İmaj yüklemenin bizzat hata olduğunu da kabul et.

Son olarak:

Affet ve sev!

Affedilmek istediğin kadar affet,

Sevilmek istediğin kadar sev

Dr. Abdurrahman Subaş

Bize kötü duygular yaşatan olaylar değil, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardır.  Bu anlamı da istediğin zaman kaldırabilirsin.

Epiktetos

En zor gurbet, insanın özünden  uzaklaşmışlığıdır.
Özlemi çok, dönüşü zordur.
Yol ise hep açıktır.
Dr. Abdurrahman Subaş

Başkasını anlamak bilgelik, Kendini anlamak ise aydınlanmadır. Lao Tzu

Yolun Düşündürdükleri

“Odun yanınca kül, insan yanınca kul olur”. Mevlana

“…Yedinci adımı atacak ve son bilginin kapısından geçeceksin, ama bunun sonunda acınla evleneceksin….” (B.Gita).

Yolun kaderi böyle. Yola çıkmaya mı, yoldan çıkmaya mı cesaret etmek istersin ey talip? Yoksa sen de en başından beri Pir Mevlana gibi yanmaya mı talipsin…

 

*Ego bilişsel işlev bozukluğudur. Hiç bir şey egoyu uzun süreli tatmin edemez. Ego hayatınızı yönettiği sürece, iki şekilde mutsuz olursunuz. İstediğinizi elde edememek bunlardan biridir. Diğeri de istediğinizi elde etmenizdir.

*Eckhart Tolle

Ne kadar belirgin ego varsa, o kadar bilişsel işlev bozukluğu var demektir. Kendini öne çıkarma ya da çıkarama zorlantılarının ikisi de ego göstergesidir. Young’un dediği gibi aşağılık ya da üstünlük komplekslerinin farkı yoktur. Kompleks egoya aittir ve kompleks (ego) varsa birey (bilinç) yoktur.

Mutluluk Paradoksu

Mutluluk uyumla ilişkilidir. Kendisi ile ilişkileri iyi olan, mutluluğu içinde hisseder. İçsel zenginliği olmayan mutluluğu dışsal uyumda arar, bu yüzden mutluluğu değişkendir.

Dış koşullardaki her değişim duygulanımı hareketlendirir ve mutluluk için istediğini elde etme arzusu patolojik sonuçlar doğurabilir. Bu sonuçlar kişinin sosyal çevresinde ve iş çevresinde hissedildikçe kişi (paradoksal olarak) yalnızlaşmaya başlar.

İnsanın kendi ile ilişkisini iyileştirme gayreti ve iç zenginliği için gösterdiği çaba ise dışsal koşulları onun lehine çevirir. İçsel zenginliği artırmak, dışsal zenginliklere olan bağımlılığın azaltılmasıyla mümkündür.

Eğitimde çocuğa kazandırılacak en önemli paradigma bu yöndeki öngörülerden oluşmalıdır. Önemli klasiklerden “Hayat Güzeldir” filmindeki babanın çabası buydu muhtemelen.

Dr. Abdurrahman Subaş

Sabır, bir bilgelik tutumudur.

Hadiselerin, kendi zamanlarında ortaya çıkması gerektiğini anladığımız ve kabul ettiğimizde sabır göstermiş oluruz.

Jon Kabbat-Zinn

Liderin Etkililiği

Yüksek nitelikli bir toplulukta liderin etkisi küçüktür, çünkü herkes  ‘etki’de pay sahibidir. Niteliği düşük bir toplulukta lider etkisi yüksektir. Çünkü  paydaşların ‘etki’deki payı ya düşük ya da hiç yoktur.

Dr. Abdurrahman Subaş

Bir başkası için yaktığınız lamba, sizin de yolunuzu aydınlatır. 
Buddha 

Özgüven

Profesyoneller için özgüven zaman zaman sorun oluşturur. Kişisel hakimiyet özalgısı ile görevin gerektirdiği hakimiyet algısı arasındaki farkla orantılı olarak özgüven sorunu oluşur.

Kişisel hakimiyet özalgısı, görevin gerektirdiği hakimiyet algısından düşük ise özgüven eksikliği, yüksek ise aşırı özgüven oluşturur.

Her ikisi de hem görev hem de kişilik için zararlıdır. Böyle bir durumda kişinin kendisi ile yüzleşmesi problemi çözmesine katkı yapar. Ancak öncelikle bu konuda özfarkındalık oluşması gerekir.

Dr. Abdurrahman Subaş

Gençliğinde bilgi ağacı dikmeyen yaşlandığında dinleneceği gölge bulamaz.

Seneca

Tanrılar, tabular ve tutkular yaşamımızı sınırlandırır.

Özgürlüğümüz tanrılarımızı, tabularımızı ve tutkularımızı azalttığımız oranda büyür.

Tanrı, tabu ve tutkularımız; sıradanlığı, sadeliği ve samimiyeti (doğallık) benimsediğimiz oranda azalır.

Dr. Abdurrahman Subaş

Erdemin en büyük armağanı, insanı özgür yapmasıdır.

Diyojen

Egoizm ve Ekoizm

Geçen gün, 30 yıllık Enneagram öğretmeni ve 40 yıllık Gurdjieff (Dördüncü Yol) öğretisi takipçisi Russ Hudson’un facebooktaki bir paylaşımında içsel bir sorusu da vardı:

“Nasıl oluyor da kendime diğerlerinden daha çok yakınlık hissediyorum? “

Bu soru üzerine başlattığım içsel yolculuğumda şu sonuçlarla karşılaştım:

Soruyu şu sorularla açarak kavramaya çalıştım:

Evrendeki herhangi bir şeyden ya da herhangi bir insandan beni daha kıymetli kılan bir niteliğim var mı?

Böyle bir niteliğim varsa, bu nitelik objektif bir değerlendirme mi, yoksa kendime öznel bir kıymet mi biçiyorum?

Objektif bir üstünlük niteliğine sahip değilsem, o halde neden kendime diğerlerinden daha fazla kıymet veriyor, neden kendime diğerlerinden daha çok yakınlık hissediyorum?

Toplam içindeki kıymetim, ötekilerinden fazla mı, az mı?

Kendine fazla kıymet vermek bencilliğe, diğerlerine fazla kıymet vermek hiçliğe, kendini ve diğerlerini eşit görmek dengeye götürür.

Bencillik, çevremizdeki potansiyelleri (kaynak, duygu, düşünce) olabildiğince ve sadece kendimize ayırma eğilimidir.

Bu eğilimde “herkes ve her şey için mevcut olan potansiyeller”den, ihtiyacımızdan fazlasını edinme/kullanma hırsı/tutkusu vardır.

Ve bu nokta idrak edilmeden bencillikten kurtulmak zor görünüyor.

Yine bu noktada fedakarlık senin ihtiyaçlarına tekabül edenlerden feragattır, ihtiyacından fazlasından feragat fedakarlık değil sorumluluktur.

Bu sorumluluk, birey olarak parçası olduğumuz evrensel bütünlüğün ahengini bozmama hissiyatına dayandırılmalıdır.

Ve sanırım, Habil ile Kabilden beri belki de Adem’in yasak meyveyi yemesinden beri içsel olarak verdiğimiz(!) bu kavgayı dışımıza da taşıyoruz.

Dr. Abdurrahman Subaş 5 Şubat 2018

Yoldaki Engel ve İşaretler : Tutkular ve Erdemler

“Dünya hepimize yeter ama hırslarımıza asla.” Gandhi

İnsanın içsel yolculuğa ihtiyaç hissetmenin önündeki önemli engellerden birisi hırslarıdır. Hırs gözümüzü o kadar karartır ki kendimize bakma ihtiyacı hissetmeyiz. Hırs aynı zamanda bizi kendimizle ve başkalarıyla kavgaya tutuşturur. Hırs, içsel olarak benlik takılması ve tutkulardan beslenen, bizi muhtelif hedeflere gözü kapalı sürükleyen bir özdeşleşme formudur.

Hırsı besleyen tutku ve benlik takılmaları, özümüzden uzaklaşınca içine düştüğümüz zindandır. Bu zindanda üzerimize yapışan en tehlikeli virüsse hırstır.

Kişilik tipimizi oluşturan mizacımızdaki benlik takılması ve tutkularımız tanımlıdır ve değişmez. Dışarıdan destek alarak onlarla tanışabiliriz. Ancak hırs, bizi sürekli başka bir imajinasyonun peşine takarak formunu yenileyebilir. Bu nedenle fark edilmesi ve tanınması daha zorlaşabilir.

Benlik takılması ve tutkular, özümüzden uzaklaşmanın temel çekirdekleri olmasından dolayı kendimizi bulmanın önündeki en büyük engellerdir.

Benlik takılması ve tutkularımızdan arındığımız oranda hırslarımızdan vazgeçebilir, kendimizle ve başkalarıyla barışık yaşama alanı/potansiyeli oluşturabiliriz.

Her bireyde farklı formlarda görünse de kişilik tiplerine göre tanımlanmış olan tutku ve benlik takılmamızla tanışmamız içsel yolculuğumuzu için yol gösterici ve zenginleştirici etkiye sahiptir.

Tutku ve benlik takılmalarından arınmak için kendimizi hatırlama çalışmaları yapmalı, temel erdemimizi beslemeliyiz. Kişilik tipimize özgü olan temel erdemimizi beslemeden başka erdemleri kalıcı kılamayız. Kişilik tipimize özgü erdemi beslersek, Sokrat’ın söylediği gibi onun komşu erdemleri de canlanmaya başlarlar.

Dr. Abdurrahman Subaş  -13 Şubat 2018-Kartepe

Paradigma Sendromu: Bir Dönüşüm Çağrısı

                                                               “İnsan neye hazırsa, sadece onu görebilir.” Ralph Waldo Emerson

Her asırda insanoğlunun yükselen hayretini ifade eden, “Bilhassa son yıllarda, medeniyetinin baş döndürücü gelişmeleriyle yüzleşiyoruz” şaşkınlığı hiç de dinecek gibi görünmüyor.

Bazen bütün insanlık bir insanın yaptıkları karşısında hayrete düşerken, bazen de bir insan bütün insanlığın yaptıkları karşısında hayrete düşmüştür. Hayrete düşenlerin ve düşürenlerin sayısının ne önemi var; bizi asıl hayrete düşürenin Platon’un Mağara Alegorisiyle anlattığı algı duvarlarımız olduğunu idrak etmedikçe.

İnsanlık sadece hayrete düşmekle kalmamış, düştüğü hayretleri tanımlama, açıklama ve onarma ihtiyacı içine de düşmüştür. Ancak insanın en başarısız olduğu konu kültürel, bilimsel ve teknolojik gelişmelere rağmen yaşadığı hayretlerin onda yarattığı sendromlarla mücadeledeki yetersizliğidir. Baş döndürücü olan bir şey varsa o da insanın bu konudaki başarısızlığıdır.

İnsan; yarattıklarıyla, dışındaki dünyayı değiştirme telaşından olsa gerek, içindeki gelişim ihtiyacını göz ardı etmiştir. Dış dünyayı keşfetme ihtiyacı, iç dünyasının karanlık kalmasına sebep olmuştur. Bu keşmekeş içindeki insanın problemlerinin, çok bilinen denenmiş yollarla çözülemeyeceği aşikârdır. Şöyle ki:

Lidyalılar parayı bulmadan önce de, paranın icadından sonra da, kapitalizmden önce ve sonra da insan sonsuz ihtiyaç! ve arzularının kurbanı olmuştur. Tekerleğin, paranın, kapitalizmin, makineleşmenin ve bilişimin (bunlara bağlı diğer kültürel ve teknolojik gelişmelerin) sebebi insan aklının yüceliğinin bir sonucu değil, onun ihtiraslarının bir sonucudur. İnsan aklını kullanarak bunları zaten bulacak, geliştirecek ve kullanacaktı. İnsanın varlığının sebebi bunlar olamazdı. Çünkü insan bunlarla bir varlık kazanamazdı. Ancak insan bunu idrak edemiyordu.  Üstelik kazandığı hiçbir şeyin kendine yâr olmadığını, her gün başkalarının kayıpları üzerinden, deneyimlemesine rağmen. İnsanın kaybı, diğerlerince bir sendrom olarak tanımlanmış ancak asıl sendrom üreten büyük sendrom göz ardı edilmiştir.

İnsanın ve insanlığın hikâyesi dramatiktir ancak baş döndürücü değildir. Dramatiktir, çünkü insan kendine yenilmiştir. Baş döndürücü değildir, çünkü geliştirdiği hiçbir şey insanlık için kalıcı bir huzur atmosferi yaratmamıştır.

Tam bu noktada yine insanın ihtiraslarından kaynaklanan bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Egosunun esiri olan insanın tekelleşme gibi bir dürtüsü vardır. Tekelleşme dürtüsü, insanlığın gurur vesilesi gördüğü bilimsel düşünmede ve bilimsel yöntemde de devam etmektedir. Belki de insanın kendine yenilmesinin en büyük sebebi budur. Geliştirdiği düşünme (akıl, mantık, bilim) sistemleri de tekelleşme dürtüsünün esareti altındadır.

Bu insanlığın belki de en büyük sendromudur. Bu büyük sendromu aşmadan, sürekli kaybedeceğiz, kayıpları çeşitli kavramlarla tanımlayacağız, tanımladığımız problemlere çözümler arayacağız.

Bilimsel düşünmenin bir önermesinde, sorun üreten bir sistemde, sorunun nedenleri çözülemezse sistemin sürekli sorun üretmesi öngörülmüştür. İnsanoğlu, kendisinin sorun üreten bir sisteme sahip olduğunu göremezse, kültürel ve teknolojik gelişmeler onda yeni sendromlar üretecektir. Problemlerin, sendromların tanılanıp çözümü daha insana ulaşmadan yeni gelişmeler yeni problemler üretecektir. Bu nedenle insanın hikâyesi dramatiktir.

Tam bu noktada sosyal bilimcilerin hepsine bir ödev çıkmaktadır. Bu ödevin ne olduğuna aşağıdaki sorular çoğaltılarak yanıt aranabilir.

Sorun üreten geleneksel tutumlarımızla yola devam mı edeceğiz yoksa bütün yöntem ve söylemlerimizi gözden mi geçireceğiz?

İnsanı iç ve dış dünyasıyla birlikte ele alıp, dış gelişimi kadar içsel zenginliğini geliştirmeyi de görev edinecek miyiz? Yoksa mağarasından çıkamayan insanın, mağaradaki arzu ve ihtiyaçları için satış yapmaktan memnuniyet duyan tüccarlar olmaya devam mı edeceğiz?

Değişimi benimsersek, geliştireceğimiz araç ve yöntemleri tekelleştirmeye devam edecek miyiz?

Bilimin kendisinin “pozitivist bir tekelleşmeye” dönüştüğü asrımızda, insanın spritüel (metafizik) potansiyelini nasıl inceleyip, ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağız?

İnsanı sadece bir beden ve bedenin ürettiği psikolojiden ibaret gören bütün yaklaşımlar, tarihten beri acı çeken insan sayısı kadar yenilgiye uğramıştır. Yenilgi sayısı artan nüfusla orantılı olarak büyümektedir. Bu yenilgiden kurtulmanın zamanı belki de hiç gelmeyecek, çünkü bu ihtiyacı belki de hiç hissetmeyeceğiz.

Kendini fiziksel âlemle sınırlandırmış insandaki ego’nun, reptilian, neokorteks ve limbik sistemde bir kısım nörolojik prosedürlerin ürettiği farklı yapılara verilen ad olduğunu; bu nörolojik prosedürlerden kurtulunca evrensel prosedürlerle birlikte hareket kabiliyeti kazanabildiğini ne kadar daha göz ardı edeceğiz?

İnsanın diğer bütün sendromları üreten “ego sendromu”na mahkûmiyeti belki de devam edecek. Belki de iç aydınlanma için bir yol arama yerine, ego sendromu etkisiyle “acılarla mücadele” edebileceği yanılgısına devam edecek.

Maddenin arkasında maddeyi yöneten bir kuralın olduğu, maddeyi harekete geçiren bir enerjinin olduğu ve bunların “evrende bir bütünlük içerisinde hareket ettiği zaman insanın acı çekmekten kurtulduğunu” görenlere ve nazarlarını o yöne çevirenlere selam olsun.

Dr. Abdurrahman SUBAŞ  24.10.2017