Öğrenme bilmediğimizi kabulle başlar. Az çok bildiğimizi kabulle başlarsak sadece yeni bilgilerimizi eski bilgilerle uyumlu olduğu oranda kabul ederiz ki bu objektif bir öğrenmeyi sağlamaz. Eski bilgiler birçok yeni bilgiyi reddedebilir ve biz o bilgilerden mahrum kalabilir ya da olduğu gibi algılamak yerine kendi düşüncelerimize göre bilgiyi subjektif olarak yapılandırabiliriz. Öğrenmenin nasıl olması gerektiğine dair bir Zen hikayesi vardır. Sizi hikayemizle baş başa bırakalım.
Batıdan gelen bir bilim adamı, saygıdeğer bir Zen ustasının kapısını çalar ve “Sizden Zen’i öğrenmek isterim.” der.
Zen ustası misafiri kabul edip buyur eder. Bilim adamı, Zen hakkında bildiği her şeyi anlatmaya başlar. Usta, ziyaretçisinin durmasını bekler, ama o sadece devam eder. Bu arada usta çay hazırlamaya başlar. Suyu kaynatır, çayı potaya koyar ve dikkatle bekler; bardakları hazırlar. Tüm bu süre içerisinde bilim adamı konuşmaya devam eder.
Zen ustası, misafir için yavaş ve dikkatli bir şekilde çay dökmeye başlar. Çay, bardağın ağzına ulaştığında, usta dökmeye devam eder. Çay, bardağın yanından masaya ve masanın karşısından aşağıya akmaya başlar.
Bilim adamı sıcak çaydan kaçınmak için geri sıçrar ve “Dur! Bardak çoktan doldu” der.
Zen ustası çay dökmeyi sonlandırır, misafirine bakar ve sessizce şöyle der:
“Zihnin bu fincan gibi; zaten dolu. Çayımı tatmak istiyorsan önce fincanını boşaltmalısın.”