Gölgemizin Kapasiteleriyle, Yaşam Oyununa Katıldıkça Yüzleşebiliriz: Perfect Days (2023) Film Değerlendirmesi:

Perfect Days (2023) Film Değerlendirmesi:

Gölgemizin Kapasiteleriyle, Yaşam Oyununa Katıldıkça Yüzleşebiliriz

 

Bu akşam Perfect Days (2023) filmini izledim. Öncelikle şunu bildireyim ki son zamanlarda izlediğim filmlerden en sade ve en kalitelisiydi. Beni kolaylıkla dinginleştirip kendini izletti film. Bu benim içsel durumumdan mı kaynaklanıyor yoksa sırf filmin başarısı mı bilmiyorum. Film, içimde şu soruya cevap arama ihtiyacı oluşturdu: Yaşam, gölgelerin güdülediği rekabet ve işbirliği arasında geçen bir top sektirmeden ibaret olabilir mi? Sorunun cevabını bulmam kolay olmayacağı için filmle ilgili bende açılan anlam ve göndermelere değinerek devam edeyim.

“Perfect Days”, Tokyo’da park temizlik işçisi olarak çalışan Hirayama’nın gündelik yaşamını anlatan bir film. Hirayama’nın sade ve rutinlerle dolu hayatı, aslında derin bir içsel yolculuğu ve anlam arayışını yansıtıyor. Filmin bir sahnesinde, “İki gölge üst üste gelirse gölge daha karanlık olur mu?” sorusu soruluyor ve gölgeye basma oyunu oynanıyor. Bu sahne, filmin felsefi ve psikolojik göndermelerini oyun teması üzerinden daha da derinleştiriyor.

Anlam Arayışı ve Günlük Hayatın Derinliği: Hirayama’nın yaşamındaki küçük detaylara ve günlük rutinlere verdiği önem, Viktor Frankl’ın logoterapi teorisini hatırlatıyor. Frankl’a göre, insanlar hayatlarında anlam bulduklarında tatmin edici bir yaşam sürebilirler. Hirayama, doyum ve anlamı kendi hayatındaki basit rutinler ve detaylarda buluyor. Hirayama’nın her anı yaşama biçimi, bilinçli farkındalık temalarını çağrıştırıyor. Her işi yaparken anın farkında olarak yaşaması, zihinsel ve bedensel sağlığına katkı sağlıyor ve ona huzur veriyor. Bu durum, günlük yaşamın küçük anlarını anlamlandırma biçimimizin yeterli doyuma ulaşmamızdaki etkisini gösterir nitelikte.

Hirayama’nın yalnızlığı, onun içsel dünyasıyla derin bağını ortaya koyuyor. Carl Jung’un içsel dünya kavramına göre, bireyler kendi içsel dünyalarına dönerek kendilerini daha iyi anlayabilirler. Hirayama’nın yalnızlık anları, onun kendini keşfetme sürecini ve içsel yolculuğunu simgeliyor.

Gölgemizle Ancak Oynarsak Yüzleşebiliriz: Gölgeye basma oyunu, bu yüzleşmenin bir metaforu olarak değerlendirilebilir. Bu sahne genel olarak bilinçdışı eğilimleri ve Jung’un gölge arketipini hatırlatıyor. Jung’a göre, gölge, bireyin bilinçdışında yer alan, kabul etmediği veya bastırdığı düşünceler, duygular ve arzularla ilgilidir. İki insanın gölgeleri üst üste gelmesi şeklindeki göndermede, yaşamdaki aynı hedefe yönelmiş kişilerin rekabet ve işbirliğini sorgulamaya götürüyor olabilir.

Gölgeye basma oyunu, çocukluktan beri tanıdık gelen bir eğlencedir. Bu oyun, bireylerin hem kendileriyle hem de başkalarıyla olan etkileşimlerini simgeler. Oyun sırasında ortaya çıkan rekabet ve eğlence, insan doğasının derinlerinde yatan sosyal ve psikolojik dinamikleri ortaya koyar. Gölgeye basma oyunu, bireyin kendi gölgesiyle yüzleşme ve onu kabullenme sürecini sembolize ediyor olabilir. Ayrıca, gölgemizin etkisini oyunda görürüz, oynamazsak göremeyiz gibi örtük bir göndermeyle, kendini tanımak isteyen her bireyi yaşam oyununda dans pistine davet ediyor. Ötekinin gölgesine basmak oyunu, başkasının yaşam alanına girerek ortak bir hedef için rekabet veya işbirliği yapmayı da içeren bir gönderme olabilir. Bu oyun, bireylerin hem kendi sınırlarını hem de başkalarının sınırlarını sorgulamaları için bir araç olarak ele alınmış gibi. Rekabet ve işbirliği dinamikleri, sosyal ilişkilerin ve bireysel gelişimin önemli bir parçasıdır. Hirayama ve diğer karakterler arasındaki etkileşimler, bu dinamiklerin nasıl işlediğini ve bireylerin bu süreçte nasıl büyüdüğüne dair önermeler de barındırıyor.

Felsefi Göndermeler: Filmde işlenen temalar, varoluşçuluk felsefesini anımsatıyor. Sartre ve Camus gibi varoluşçu filozoflar, bireyin kendi anlamını yaratması gerektiğini savunurlar. Hirayama da kendi yaşamında anlam ve amaç yaratırken bu varoluşçu temaları yansıtıyor. Hirayama’nın sade yaşam tarzı, Thoreau’nun “Walden” eserindeki temaları çağrıştırıyor. Thoreau, basit bir yaşam sürerek doğayla ve kendimizle daha derin bir bağ kurabileceğimizi savunur. Hirayama’nın yaşamı, bu felsefi yaklaşımı yansıtıyor ve izleyiciye de sade yaşamın içindeki zenginliği ve dinginliği gösteriyor gibi. Heidegger’in “Dasein” kavramı, bireyin gündelik yaşamındaki varoluşunu vurgular. Hirayama’nın gündelik hayatındaki küçük anlar ve rutinler, Heidegger’in varoluşçu felsefesine uygun şekilde, yaşamın sıradan anlarında bile derin anlamlar bulabileceğimizi gösteriyor.

Duygusal Bağlar: Filmin ilerleyen bölümlerinde, Hirayama’nın hayatındaki duygusal bağlara yer verilerek, onun içsel dünyasındaki duygusal değişimler sergileniyor. Bu bağlar, özlem ve hüzün gibi duyguları açığa çıkararak, yalnızlığın ve aile bağlarının önemine önemli göndermeler yapıyor. Hirayama’nın ailesi ve sevdikleriyle olan ilişkileri, onun duygusal yolculuğunun ve kendini anlama sürecinin önemli bir parçası olarak ele alınmış gibi.

“Perfect Days”, Hirayama’nın basit ve sade yaşam kurgusu üzerinden derin anlam ve sorgulama göndermelerini naif bir şekilde izleyiciye ulaştırıyor. Film, anlam arayışı, bilinçli farkındalık, yalnızlık, duygusal bağlar ve varoluşçuluk gibi temaları işlerken, gölge metaforu ve gölgeye basma oyunu gibi unsurlarla bu temaları yaşamdaki rekabet mi işbirliği mi gibi bir tartışma alanına taşıyarak daha da derinleştiriyor. Hirayama’nın hikayesi üzerinden yapım ekibi, bizleri bir anlam arayışına, yaşam kurgumuzu gözden geçirmeye, yaşamımız üzerinde gölgemizin izleriyle yüzleşmeye ve duygusal bağlarımızı yeniden değerlendirmeye davet ediyor olabilir.

Dr. Abdurrahman Subaş, Eğitim ve Yönetim Bilimci