Lacan’da, Dil ve Kişilik İlişkisi

Lacan, bireyin kişiliğinin dil ve çevresel sembollerle bireyin içinde gelişen ve bedene kaydedilmiş bir yazılım olduğunu ifade eder. İnsan eğitiminde ve duygulanımında, dilin güçlü etkisini kendimde ve çevremde yakından gözlemliyorum. Ve gözlemlerimle çok örtüştüğü için Lacan’nın dil ve kişilik ilişkilerine dair önermelerini kısaca derlemeye çalıştım. Eğitimci olarak bunu çok önemsiyorum. Zira çocukluktan itibaren bireye esenlik verecek, doğasını zorlamayacak ve onun kendiyle ilişkisini pozitif (gerçeklik) bir zeminde inşa edecek bir dil geliştirirsek, bu dil bireyde asırlardır devam eden bilinçsiz dil ve yargı kullanmanın yarattığı psikolojik zorlukların etkisini azaltabilir. Böylece, bireyin bütün yaşamına ve ilişkilerine pozitif bir katkı sunabiliriz. İşte Lacan’da Dil ve Kişilik ilişkilerine dair bulduğum önermeler:

Dil ve Bilinçdışı:
Bilinçdışının Dil Gibi Yapılandırılması: Lacan, “Bilinçdışı dil gibi yapılandırılmıştır” der (Écrits, 1966, s. 20). Bu ifade, bilinçdışı süreçlerin dilin yapısı ve kuralları aracılığıyla işlediğini belirtir. Bu nedenle, rüyalar, dil sürçmeleri ve espriler dilsel analiz yoluyla çözümlenebilir.

Üç Düzen: Gerçek, İmgesel ve Sembolik:

Sembolik Düzen: Lacan, sembolik düzenin dilin alanı olduğunu ve insan deneyimini yapılandırdığını belirtir (Seminer II, 1954-1955). Sembolik düzen, yasalar, normlar ve dil aracılığıyla bireyin kimliğini ve arzusunu şekillendirir.
İmgesel Düzen: “İmgesel, benlik ve öteki arasındaki aynalama ilişkisidir” (Écrits, 1966, s. 94). Bu düzen, çocuklukta “ayna evresi” olarak adlandırılan dönemde gelişir ve benlik algısının temellerini atar.
Gerçek Düzen: Lacan, gerçeğin dil ve sembollerle tamamen ifade edilemeyen bir alan olduğunu söyler (Seminer XI, 1964). Gerçek düzen, deneyimlerin ve arzuların temsil edilemeyen yönlerini içerir.

Arzu ve Eksiklik:
Dil ve Eksiklik Hissi: Lacan, “Arzu, Öteki’nin arzusudur” der (Seminer XI, 1964, s. 235), bu da dilin arzuları tam olarak ifade edemediğini ve sürekli bir eksiklik hissi yarattığını belirtir.

Kişilik ve Dilin İlişkisi:
Kimlik Oluşumu: Lacan, dilin insanın dünyadaki yerini ve kimliğini belirlediğini vurgular (Écrits, 1966, s. 114). Bireyin kişiliği ve kimliği, dil ve sembolik yapıların etkileşimiyle şekillenir.

Öteki ve Dil: Lacan, “Öteki, dilin ve arzunun alanıdır” der (Seminer III, 1955-1956, s. 148). “Öteki” kavramı, bireyin kendi benliğini ve arzularını dil aracılığıyla tanımlarken karşılaştığı dış dünya ve toplumsal yapıları temsil eder.

Sonuç:
Lacan’ın teorilerinde dil, insan psikolojisinin ve kişilik oluşumunun merkezinde yer alır. Dil, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bilinçdışının yapısını ve bireyin sosyal dünyayla etkileşimini belirleyen temel bir unsurdur.

Önerme:

Birey ve toplumda mevcut kültürlerin negatif etkisini, ancak yeni bir dil yaklaşımı ile ortadan kaldırabilir ya da absorbe edebiliriz. Bunun için de şimdiye kadarki gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim. Bireye yargı, gereklilik ve emir kipleri yeribe, her konuda ne kadar bilgi veren cümlelerle hitap edersek, beden ve kişilik o bilgiyi o kadar kolay işleyip, bireyin kendilik algısına ve yaşamla ilişkilerine o kadar pozitif katkı yapabiliyor. Toplumsal kişilikten bireysel bilince bu şekilde geçmek mümkün görünüyor… Bunu da başka araştırmalar ve görüşlerle destekleyecek başka denemelerimde ele almak istiyorum.

Dr. Abdurrahman Subaş
Eğitim ve Yönetim Bilimci
Liderlik, Duygusal Zeka ve Enneagram Eğitmen ve Koçu

Yaşama Katılma Bilincimiz ve Muhtelif Sonuçlar

 

Yaşama Katılma Biçimlerimiz ve Muhtelif Sonuçlar

İnsanların hem kişisel hem de profesyonel yaşamlarında, bireylerin ve liderlerin bilinç seviyeleri ve süreçlere katılımları, içsel ve çevresel dinamiklerle şekillenir. Bu bilinç ve katılım biçimleri, dört farklı desenle karşımıza çıkar ve her desen, farklı sonuçlar ve kazanımlar sunar.

  1. Bilinçli Çaba + Zorunlu Acı = Sorumluluk ve Dayanıklılık
  • Açıklama: Kişi, bilinçli bir şekilde hedefleri doğrultusunda çalışır ancak bu süreçte katlanmak zorunda olduğu acılarla karşılaşır. Acılar gönüllü değil ama nihai hedefe ulaşmak için dayanılması gereken zorluklardır.
  • İçsel Kazanım: Dayanıklılık, öz disiplin, sorumluluk bilinci, özgüven.
  • Dışsal Kazanım: Uzun vadede başarı, zor görevlerin üstesinden gelme.

 

  1. Bilinçli Çaba + Gönüllü Acı = Başarı ve İçsel Huzur
  • Açıklama: Bu bölge, bir hedef doğrultusunda bilinçli olarak yapılan çabaların, gönüllü olarak katlanılan zorluklarla birleştiği yerdir. Burada kişi, amacının farkındadır ve karşılaştığı zorlukları kabul eder. Bu zorluklar, uzun vadede hedefe ulaşmayı sağlar.
  • İçsel Kazanım: Kararlılık, huzur, anlam bulma.
  • Dışsal Kazanım: Maddi başarı, kariyer ilerlemesi, sosyal statü.

 

  1. Bilinçsiz Çaba + Zorunlu Acı = Tükenmişlik
  • Açıklama: Bu bölge, kişi istemediği halde zorunlu olarak acı çektiği, ancak çabalarının neye hizmet ettiğini bilmediği bir yerdir. Burada kişi hem acı çeker hem de ne için çabaladığının farkında değildir. Genellikle tükenmişlik hissiyle sonuçlanır.
  • İçsel Kazanım: Sabır sınanması, dirayet, pes etme.
  • Dışsal Kazanım: Sınırlı ya da zayıf sonuçlar, genellikle hedefe ulaşamama.

 

  1. Bilinçsiz Çaba + Gönüllü Acı = Kaotik Gayret
  • Açıklama: Bilinçsiz yapılan çabaların, gönüllü olarak katlanılan acılarla birleştiği alandır. Kişi farkında olmadan çaba harcar, ancak ne için çabaladığını tam bilmez. Bu durum, beklenmedik sonuçlar doğurabilir.
  • İçsel Kazanım: Öğrenme, farkındalık geliştirme, yorgunluk.
  • Dışsal Kazanım: Beklenmeyen sonuçlar, deneyim birikimi.

 

 

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

Duygusal Zeka, Liderlik ve Enneagram Eğitmeni / Koçu

@dr.asubas

tipx.com.tr

dinamikliderlik.com.tr

 

#duygusalzeka #kişiselgelişim #motivasyon #hedef #eğitim #liderlik #enneagram #ik #koçluk #bilinç #felsefe #psikoloji #özfarkındalık #kişilik #mizaç #duygudüzenleme #tipx

Gelenekten Geleceğe İnsan Bilincinin Evrimsel Yolculuğu:

Bilimin Işığında 21. Yüzyıl Bilinç Eğitimini Yeniden Ele Almak

İnsanın bilişsel evrimi, tarih boyunca sürekli gelişim göstermiştir. Taş devrinde hayatta kalmak için gereken temel bilişsel yetiler, günümüzde karmaşık sosyal yapıların ve teknolojik ilerlemelerin olduğu bir dünyada evrimleşmiştir. 21. yüzyılda iş dünyasında ve sosyal yaşamda başarılı olmak, yalnızca teknik bilgi ve becerilere sahip olmayı gerektirmez; aynı zamanda yüksek duygusal zekâ ve bilinçli farkındalık seviyelerine de sahip olmayı gerektirir. Dünya Ekonomik Forumu’nun raporlarına göre, günümüzde ve gelecekte iş dünyasında aranan yetkinlikler arasında karmaşık problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık, iş birliği ve duygusal zekâ bulunmaktadır. Ancak, insanın yaşamına dengeli ve bilinçli katılması için yalnızca otomatik ve sezgisel süreçler (Sistem 1) yeterli değildir. Bu makalede, insan bilincinin gelişimine yönelik bütüncül bir model sunacağız ve bu modeli Daniel Kahneman, Daniel Siegel, G. I. Gurdjieff, Dr. Joe Dispenza, Geştalt Terapi ve Gabor Maté’nin yaklaşımlarına dayandıracağım.

Bilinç ve Duygusal Zekâ İhtiyacı

Sistem 1 hızlı, otomatik ve sezgisel kararlar alırken, Sistem 2 yavaş, bilinçli ve analitik düşünme süreçlerinden sorumludur. Ancak iş dünyasında başarılı olmak ve yaşamda dengeli bir katılım sağlamak için bu iki sistemin birlikte çalışması gereklidir. Duygusal zekâ ve bilinçli farkındalık, bu iki sistemin entegrasyonunu sağlar ve bireylerin daha etkili, dengeli ve bilinçli kararlar almasına yardımcı olur.

Daniel Kahneman: Sistem 1 ve Sistem 2

Daniel Kahneman, Nobel ödüllü psikolog ve ekonomist, insan düşüncesini iki ana sistemle açıklar:

  • Sistem 1: Hızlı, otomatik ve sezgisel yanıtlar üretir. Duygusal tepkiler ve alışkanlıklar bu sistemin bir parçasıdır. Örneğin, yolda aniden önüne çıkan bir araca karşı anında fren yapmak, bilinçli bir düşünce süreci olmadan gerçekleşir. Sistem 1, geçmiş deneyimler ve alışkanlıklarla şekillenir ve genellikle bilinç dışıdır.
  • Sistem 2: Yavaş, bilinçli ve analitik düşünme süreçlerinden sorumludur. Mantıksal akıl yürütme ve karmaşık problem çözme bu sistemle ilişkilidir. Örneğin, karmaşık bir matematik problemini çözmek veya stratejik planlama yapmak, Sistem 2’nin faaliyetleridir. Sistem 2, dikkat ve çaba gerektirir, bu nedenle daha yavaştır ve enerji tüketimi daha fazladır.

Kahneman, bu iki sistemin etkileşimi üzerine yaptığı çalışmalarla 2002 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü kazanmıştır. Onun çalışmaları, insanların karar alma süreçlerini ve bilişsel yanlılıklarını anlamada devrim niteliğinde olmuştur.

Daniel Siegel: Akıl Gözü ve Üç Beyin Modeli

Daniel Siegel, “Akıl Gözü” kitabında beyni üç ana bölgeye ayırarak inceler:

  1. Alt Beyin (Beyin Sapı): Temel hayatta kalma işlevlerini yönetir, örneğin nefes alma ve kalp atışı.
  2. Orta Beyin (Limbik Sistem): Duygusal tepkileri ve sosyal bağlantıları düzenler.
  3. Üst Beyin (Prefrontal Korteks): Yüksek bilişsel işlevlerden, bilinçli düşünme ve öz düzenlemeden sorumludur.

Siegel, bilinçli farkındalık ve bütünleşme yoluyla, alt ve orta beynin faaliyetlerini gözlemleyerek ve düzenleyerek, üst beyni (yani Sistem 2’yi) daha etkili hale getirmeyi öğretir. Bu yaklaşım, kişinin duygusal ve bilişsel süreçlerini daha iyi kontrol etmesine yardımcı olur.

  1. I. Gurdjieff: Dördüncü Yol ve Merkezler
  2. I. Gurdjieff, Dördüncü Yol öğretisi ile insan bilincini ve davranışlarını farklı merkezlerle açıklar:
  • Fiziksel Merkez: Bedensel işlevler ve alışkanlıklar.
  • Duygusal Merkez: Duygular ve sosyal etkileşimler.
  • Zihinsel Merkez: Düşünce ve mantık.
  • Yüksek Merkezler: Daha yüksek bilinç ve ruhsal farkındalık.

Gurdjieff, dikkat ve öz gözlem yoluyla bu merkezlerin faaliyetlerini dengelemeyi ve bütünleştirmeyi vurgular. Bu, kişinin hem fiziksel hem de zihinsel olarak daha dengeli ve farkında olmasını sağlar.

Dr. Joe Dispenza: Düşünceler ve Hormonlar

Dr. Joe Dispenza, bilinç ve beyin araştırmalarında düşüncelerin beden üzerindeki etkilerini inceler. Dispenza, düşüncelerin hormon üretimini nasıl etkilediğini ve bunun sağlık ve davranışlar üzerindeki etkilerini araştırır.

  • Düşünceler ve Hormonlar: Dispenza’ya göre, düşüncelerimiz beynimizdeki nörotransmiterleri ve hormonları etkileyebilir. Olumlu düşünceler, mutluluk ve huzur hormonları olarak bilinen serotonin ve dopamin salgısını artırabilirken, olumsuz düşünceler stres hormonları olan kortizol ve adrenalin salgısını artırabilir.
  • Nöroplastisite: Dispenza, beynin nöroplastisite yeteneği ile düşüncelerin beynin yapısını ve işleyişini değiştirebileceğini vurgular. Bu, yeni düşünce ve davranış kalıplarının oluşturulabileceği anlamına gelir.

Geştalt Terapi: Anı Yaşamak ve Bütünlük

Geştalt terapi, Fritz Perls tarafından geliştirilmiş bir psikoterapi yaklaşımıdır ve bireyin farkındalığını artırmayı amaçlar. Geştalt terapi, bireyin kendi deneyimini bütüncül olarak kabul etmesini ve “şimdi ve burada” olmasına odaklanır.

  • Farkındalık ve Anı Yaşamak: Geştalt terapi, bireyin geçmiş ve gelecekle ilgili endişeler yerine, mevcut anı deneyimlemesini teşvik eder. Bu, bireyin kendi düşünce, duygu ve davranışlarını daha iyi anlamasını sağlar.
  • Bütünlük ve Tamamlanmamış İşler: Geştalt terapi, bireyin yaşamındaki tamamlanmamış işleri ve duygusal yaraları çözerek bütünlük ve dengeye ulaşmasını hedefler.

Gabor Maté: Travma ve Bağlantı

Gabor Maté, travma ve bağımlılık üzerine çalışmalarıyla tanınan bir doktordur. Maté, bilinç ve beden sağlığı arasındaki bağlantıları inceler ve travmanın uzun vadeli etkilerini vurgular.

  • Travma ve Bağlantı: Maté’ye göre, çocukluk dönemindeki travmalar ve duygusal yaralar, bireyin yetişkinlikteki sağlık sorunları ve bağımlılıklarla başa çıkma biçimini etkiler. Bu travmaların farkına varılması ve iyileştirilmesi, bireyin bütünsel sağlığını artırır.
  • Duygusal Sağlık: Maté, duygusal sağlık ve sosyal bağlantıların fiziksel sağlık üzerindeki etkilerini vurgular. Sağlıklı ilişkiler ve duygusal farkındalık, bireyin genel iyilik hali için kritiktir.

Bilinç Eğitimi Modeli

Bu bütüncül yaklaşımı kullanarak, bilinç eğitimi modeli aşağıdaki adımları içerir:

  1. Bilinçli Farkındalık Uygulamaları:
    • Meditasyon, mindfulness ve nefes egzersizleri gibi tekniklerle alt ve orta beyin faaliyetlerini gözlemleyip düzenleyerek, üst beynin daha etkili çalışması sağlanır.
  2. İç Gözlem ve Dikkat Eğitimi:
    • Minfulness ve Gurdjieff’in öğretilerinden yola çıkarak, iç gözlem ve dikkat eğitimleri ile farklı merkezlerin dengelenmesi ve bütünleştirilmesi sağlanır.
  3. Duygusal ve Sosyal Bağlantılar:
    • Siegel’in yaklaşımını kullanarak, duygusal ve sosyal bağlantıları güçlendiren aktiviteler, bireyin genel bilişsel ve duygusal sağlığını iyileştirir.
  4. Karmaşık Problem Çözme ve Analitik Düşünme:
    • Kahneman’ın Sistem 2’sini geliştirici eğitim programları ile mantıksal akıl yürütme ve problem çözme becerileri artırılabilir.
  5. Olumlu Düşünce Pratikleri:
    • Dispenza’nın çalışmaları doğrultusunda, olumlu düşünce pratikleri ile hormon dengesi sağlanabilir, böylece stres azaltılabilir ve genel iyilik hali artırılabilir.
  6. Travma Farkındalığı ve İyileştirme:
    • Maté’nin travma ve bağlantı perspektifini kullanarak, bireylerin geçmiş travmalarını fark etmeleri ve iyileştirmeleri sağlanabilir.
  7. Anı Yaşamak ve Bütünlük:
    • Geştalt terapinin anı yaşama ve bütünlük yaklaşımı, bireyin mevcut anı deneyimlemesini teşvik eder ve duygusal denge sağlar.

Eğitimcilerin Eğitimi ve Modelin Uygulanması

Bu modeli, eğitimcilerin eğitimi için bir temel olarak kullanabiliriz. Eğitimciler, bilinç ve duygusal zekâ eğitiminde bu yaklaşımları öğrencilere aktarmada kritik rol oynar. İşte bu modelin uygulanabileceği yollar:

  1. Eğitimci Eğitimi:
    • Eğitimciler, bu modelin temel prensiplerini ve uygulamalarını öğrenerek, kendi bilinç ve duygusal zekâ seviyelerini artırabilir. Bu, onların öğrencilerle daha etkili iletişim kurmalarını ve öğretim süreçlerini daha bilinçli bir şekilde yönetmelerini sağlar.
  2. Öğrencilere Uygulama:
    • Bu model, tüm öğrencilere uygulanabilir. Öğrenciler, bilinçli farkındalık, öz gözlem, duygusal zeka ve olumlu düşünce pratikleri ile donatılarak, daha dengeli ve bilinçli bireyler olarak yetiştirilebilir.
  3. Proje Tabanlı Öğrenme:
    • Öğrenciler, bilinç ve duygusal zekâ eğitimini içeren proje tabanlı öğrenme etkinlikleriyle, karmaşık problem çözme ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirebilirler. Bu projeler, öğrencilerin iş birliği yapmalarını ve yaratıcı çözümler üretmelerini teşvik eder.

Sonuç

Daniel Kahneman, Daniel Siegel, G. I. Gurdjieff, Dr. Joe Dispenza, Geştalt Terapi ve Gabor Maté’nin yaklaşımlarını birleştirerek, insan bilincini ve bilişsel süreçleri anlamada daha bütünsel bir bakış açısı elde edebiliriz. Bu bütünsel model, bilinçli farkındalık, öz gözlem, bütünleşme ve duygusal sağlık yoluyla daha dengeli ve etkili bir zihinsel durum elde etmeyi amaçlar. Hem kişisel gelişim hem de profesyonel başarı için güçlü bir temel sunar. Bu model, eğitimcilerin eğitilmesi ve öğrencilere uygulanması yoluyla, 21. yüzyıl için daha bilinçli ve duygusal zekâsı yüksek bireyler yetiştirme projesi olarak kullanılabilir. Bu, bireylerin daha sağlıklı, dengeli ve farkında bir yaşam sürmelerine katkıda bulunabilir ve toplumun genel refahını artırabilir.

Doktora tezime başladığım ve tez konusu yaptığım ve halihazırda ileri düzeyde eğitim deneyimi edindiğimi düşündüğüm insanın bilinç eğitiminin model olarak sınanması ve uygulanması bilimsel araştırma ve uygulamaları yapmak üzere işbirliklerine açık olduğumu buradan bildirmek isterim.

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

Duygusal Zeka, Liderlik ve Özfarkındalık Eğitmeni / Koçu

@dr.asubas

Dilin Çocukların Bilişsel ve Duygusal Gelişimindeki Etkisi:

Eğitim ve Dilin Rolü Üzerine Multidisipliner Bir Deneme

Dr. Abdurrahman Subaş,   @dr.asubas

Eğitim ve Yönetim Bilimci

Duygusal Zeka, Liderlik ve Özfarkındalık Eğitmeni

 

Giriş

Dil, sadece bir iletişim aracı olmanın ötesinde, çocukların bilişsel ve duygusal gelişiminde ve benlik inşasında kritik bir rol oynar. Jacques Lacan’ın “kişilik bedene dille yazılmış yazılımdır” ve “kullanılan kavram, bedende duygulanımı etkiler” önermeleri bu tartışmayı zenginleştirir. Ancak, dilin çocukların gelişimindeki etkisi yeterince araştırılmamış olup, bu konuda daha fazla çalışmanın eğitim süreçlerine yansımasının birey ve toplum sağlığı açısından önemli olduğu düşünülmektedir. Bu makalede, eğitim ve dilin beyin gelişimi üzerindeki etkileri, dildeki farklı kiplerin ve yargıların çocuk gelişimi üzerindeki etkileri ve dilin benlik algısına etkilerini bilimsel araştırmalar ışığında inceleyeceğiz.

Bilişsel Gelişim

Beyin Gelişimi ve Eğitim

Beyin, doğumdan itibaren sürekli olarak gelişen ve değişen bir organ olup, bu gelişim süreci büyük ölçüde çevresel etkileşimlerle şekillenir. Eğitim, bu çevresel etkileşimlerin en önemli bileşenlerinden biridir.

  1. Beyin Plastisitesi: Beyin plastisitesi, beynin yapısal ve işlevsel değişiklikler yapabilme yeteneğidir. Bu plastisite, özellikle çocukluk ve ergenlik dönemlerinde en yüksek seviyededir. Eğitim, bu dönemde beyin plastisitesini artırarak, sinaptik bağlantıların güçlenmesini sağlar (Knudsen, 2004).
  2. Eğitim ve Nörogelişim: Eğitim, beyin korteksinin kalınlığını ve beyindeki gri madde hacmini artırabilir. Yapılan bir araştırmada, yoğun eğitim programlarına katılan çocukların beyinlerinde, bilişsel kontrol ve dikkatle ilgili bölgelerde yapısal değişiklikler gözlenmiştir (Draganski ve ark., 2006).

Dilin Beyin Gelişimindeki Rolü

Dil, sadece iletişim aracı olmanın ötesinde, beyin gelişimi üzerinde doğrudan etkiye sahiptir. Dilin öğrenilmesi ve kullanılması, beyindeki çeşitli bölgelerin aktivitesini ve yapısını etkiler.

  1. Dil ve Beyin Yapısı: Dil öğrenimi, beynin sol yarım küresinde bulunan Broca ve Wernicke alanlarının gelişimini teşvik eder. Bu alanlar, dil üretimi ve anlama süreçlerinde kritik rol oynar. Erken çocukluk döneminde ikinci bir dil öğrenimi, bu bölgelerin daha yoğun bir şekilde gelişmesini sağlar (Mechelli ve ark., 2004).
  2. Bilingualizm ve Beyin Gelişimi: İki dil bilen (bilingual) bireylerde, beynin dil kontrol merkezlerinde artan gri madde yoğunluğu ve kortikal kalınlık gözlenmiştir. Bilingualizm, bilişsel esnekliği ve yürütücü işlevleri geliştirerek, beyin yapısında kalıcı değişikliklere neden olabilir (Bialystok ve Craik, 2010).
  3. Dil ve Bilişsel İşlevler: Dil, sadece iletişim için değil, aynı zamanda düşünme ve problem çözme gibi bilişsel işlevler için de gereklidir. Dil becerileri gelişmiş çocukların, matematik ve fen gibi akademik alanlarda daha başarılı oldukları gösterilmiştir (Snow, 2010).

Duygusal Gelişim

Dildeki Pozitif ve Negatif Yargılar

Dilde kullanılan pozitif ve negatif yargılar, bireylerin duygusal ve psikolojik durumlarını doğrudan etkiler. Bu etki, özellikle çocuk gelişiminde belirgin hale gelir.

Pozitif Yargılar ve Beden Duygulanımı: Pozitif yargılar ve ifadeler, çocukların özsaygısını ve güvenini artırır. “Aferin, çok iyi yaptın” veya “Sen bunu başarabilirsin” gibi pozitif yargılar, çocukların kendilerine olan inancını pekiştirir.

  • Araştırma: Pozitif geri bildirimlerin çocukların beyin aktivitelerinde olumlu değişikliklere yol açtığı ve dopamin salgısını artırarak ödül merkezlerini aktive ettiği gösterilmiştir (Schultz, 2002).

Negatif Yargılar ve Beden Duygulanımı: Negatif yargılar ve eleştiriler, çocukların kendilerine olan güvenlerini zedeler ve stres hormonlarının (kortizol) salgılanmasına neden olabilir. “Sen bunu yapamazsın” veya “Yine mi hata yaptın?” gibi ifadeler, çocukların stres ve kaygı seviyelerini artırır.

  • Araştırma: Negatif geri bildirimlerin stres hormonlarını artırdığı ve uzun vadede çocuklarda anksiyete ve depresyon riskini yükselttiği bulunmuştur (Sapolsky, 2004).

Emir ve Gereklilik Kipleri

Emir ve gereklilik kipleri, çocukların davranışları üzerinde doğrudan etkiler yaratır. Ancak, bu kiplerin nasıl kullanıldığı önemlidir.

Emir Kipleri: Emir kipleri, çocuklara direktif verirken kullanılır. Örneğin, “Şunu yap!” veya “Bunu getir!” gibi ifadeler, çocuklara ne yapmaları gerektiğini doğrudan bildirir.

  • Olumlu Kullanım: “Lütfen oyuncaklarını topla” gibi nazik emirler, çocukların istenen davranışları daha olumlu bir şekilde gerçekleştirmesini sağlar.
  • Olumsuz Kullanım: Sert ve otoriter emirler, çocukların direniş göstermesine veya stres yaşamasına neden olabilir.

Gereklilik Kipleri: Gereklilik kipleri, bir zorunluluğu veya gerekliliği ifade eder. Örneğin, “Yapmalısın” veya “Gitmelisin” gibi ifadeler, çocuklara belirli bir davranışın zorunlu olduğunu bildirir.

  • Olumlu Kullanım: “Ödevlerini yapmalısın, çünkü bu senin geleceğin için önemli” gibi açıklamalı gereklilik ifadeleri, çocukların neden-sonuç ilişkisini anlamalarını sağlar.
  • Olumsuz Kullanım: Açıklama yapılmadan kullanılan gereklilik kipleri, çocuklarda baskı ve stres yaratabilir.

İsteme ve İhtiyaç Bildiren Kipler

İsteme ve ihtiyaç bildiren kipler, çocukların ihtiyaç ve isteklerini ifade etme ve anlama süreçlerinde önemli rol oynar.

İsteme Kipleri: İsteme kipleri, çocukların isteklerini ve arzularını belirtir. Örneğin, “İstiyorum” veya “Yapmak istiyorum” gibi ifadeler, çocukların kişisel tercihlerini ifade eder.

  • Araştırma: Çocukların isteklerini ifade etmeleri, özsaygı ve kişisel farkındalık gelişiminde önemli bir rol oynar (Deci & Ryan, 2000).

İhtiyaç Bildiren Kipler: İhtiyaç bildiren kipler, çocukların temel ihtiyaçlarını belirtir. Örneğin, “Yemek yemeliyim” veya “Uyumam gerek” gibi ifadeler, çocukların biyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarını ifade eder.

  • Araştırma: Çocukların ihtiyaçlarını ifade etmeleri, duygusal düzenleme ve sağlıklı gelişim için kritiktir (Maslow, 1943).

Gerek, Lazım, -meli/-malı İfadelerinin Etkileri

“Gerek, lazım, -meli/-malı” gibi ifadeler, muhtemelen doğru tespit edilmiş bir ihtiyacın, yanlış şekilde ifade edilmiş formlarıdır.

Bu tür ifadeler yerine, bilgi içeren ve pozitif duygulanım sağlayan ifadeler kullanmak daha yararlıdır.

Alternatif İfadeler:

  • “İhtiyacım var/yok”
  • “İstiyorum/istemiyorum”
  • “Hedefime hizmet eder/etmez”

Bu tür ifadeler, çocukların duygusal durumlarını daha iyi anlamalarına ve öz düzenleme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

  • Araştırma: Bilgi içeren ve pozitif duygulanım sağlayan ifadeler, çocukların motivasyonunu artırır ve öğrenme süreçlerine olumlu katkı sağlar (Ryan & Deci, 2000).

Lacan’a Göre Dilin Etkisi

Jacques Lacan’ın teorileri, dilin insan psikolojisi ve kişilik gelişimi üzerindeki etkilerini derinlemesine inceler. Lacan, kişiliği “bedene dille yazılmış yazılım” olarak tanımlar. Bu bağlamda, kullanılan dilin ve kavramların bireylerin duygusal durumlarını ve benlik algılarını nasıl şekillendirdiğini vurgular.

  1. Kişilik ve Dil: Lacan’a göre, kişilik, bedene dille yazılmış bir yazılım gibidir. Dil, bireyin kimliğini ve benlik algısını şekillendirir. Bu nedenle, dilin kullanımı, bireylerin duygusal ve psikolojik durumlarını doğrudan etkiler. Örneğin, sürekli olarak olumsuz dil kullanan bir çocuk, kendini daha fazla eleştirir ve düşük benlik algısına sahip olabilir (Lacan, 1977).
  2. Kullanılan Kavramlar ve Duygulanım: Kullanılan kavramlar, bedende duygulanımı etkiler. Olumlu kavramlar ve ifadeler, bireylerin kendilerini iyi hissetmelerine ve pozitif bir benlik algısına sahip olmalarına yardımcı olurken, olumsuz kavramlar ve ifadeler stres ve kaygıya neden olabilir. Örneğin, “başarısız oldum” yerine “denedim ve öğrenme fırsatı yakaladım” gibi pozitif ifadeler kullanmak, bireyin duygusal sağlığını destekler (Lacan, 1977).

Geçmiş Zaman Kipi ile Geniş Zaman Kipinin Benlik Algısına Etkisi

Geçmişteki olayları anlatırken kullanılan kipler, bireylerin benlik algısı üzerinde önemli etkilere sahip olabilir.

Geçmiş Zaman Kipi: Geçmiş zaman kipinde konuşmak, olayların belirli bir zaman diliminde gerçekleştiğini belirtir ve bu olayların tamamlanmış olduğunu vurgular. Örneğin, “Geçen yıl bu hatayı yaptım” ifadesi, olayın geçmişte kaldığını ve kişinin bu olayı geride bıraktığını ima eder.

  • Araştırma: Geçmiş zaman kipinde konuşmak, bireylerin olayları işlemeleri ve duygusal olarak bu olayları kabullenmeleri için faydalı olabilir (Pennebaker, 1997).

Geniş Zaman Kipi: Geniş zaman kipinde konuşmak, olayların sürekli veya tekrar eden bir durumu ifade eder. Örneğin, “Ben hep hata yaparım” ifadesi, olayın sürekli bir durum olduğunu ve bireyin bu durumu kişisel bir özellik olarak algıladığını ima eder.

  • Araştırma: Geniş zaman kipinde olumsuz olayları anlatmak, bireylerin benlik algısına zarar verebilir ve öğrenilmiş çaresizlik gibi olumsuz duygusal durumları pekiştirebilir (Seligman, 1975).

Uygulama ve Öneriler

Eğitimciler ve Ebeveynler İçin Öneriler

  1. Pozitif Dil Kullanımı: Çocuklarla iletişimde pozitif yargılar ve ifadeler kullanmak, onların özgüvenini ve özsaygısını artırır. “Aferin, çok iyi yaptın” gibi ifadelerle çocukları teşvik edin.
  2. Gereklilik Kiplerinden Kaçınma: “Yapmalısın” veya “Gitmelisin” gibi ifadeler yerine, daha açıklayıcı ve teşvik edici ifadeler kullanın. “Bu ödevi yaparsan gelecekteki hedeflerine ulaşmana yardımcı olacak” gibi açıklamalar yapın.
  3. Geçmiş Zaman Kipi Kullanımı: Geçmişteki olayları anlatırken geçmiş zaman kipini kullanarak, olayların geçmişte kaldığını ve tamamlandığını vurgulayın. “Geçen yıl bu hatayı yaptım” ifadesi, olayın artık geride kaldığını belirtir.
  4. Geniş Zaman Kipinden Kaçınma: Olumsuz olayları anlatırken geniş zaman kipinden kaçının. Bu, olayın sürekli bir durum olduğunu ve bireyin bu durumu kişisel bir özellik olarak algıladığını ima edebilir. “Ben hep hata yaparım” yerine, “Geçmişte hatalar yaptım ama şimdi öğreniyorum” ifadesini kullanın.
  5. Bilgi İçeren ve Pozitif Duygulanım Sağlayan İfadeler: “Gerek, lazım, -meli/-malı” gibi ifadeler yerine, bilgi içeren ve pozitif duygulanım sağlayan ifadeler kullanın. “İhtiyacım var/yok” veya “İstiyorum/istemiyorum” gibi ifadeler, çocukların duygusal durumlarını daha iyi anlamalarına ve öz düzenleme becerilerini geliştirmelerine yardımcı olur.

Bilimsel Araştırmacılar İçin Öneriler

  1. Dil ve Beyin Gelişimi Üzerine Araştırmalar: Dil öğreniminin beyin yapısı ve işlevi üzerindeki etkilerini daha ayrıntılı incelemek için longitudinal çalışmalar yapın. Erken yaşta dil öğreniminin uzun vadeli bilişsel ve duygusal etkilerini araştırın.
  2. Dil ve Duygulanım Arasındaki İlişki: Dilde kullanılan kavramların ve yargıların duygusal durumlar üzerindeki etkilerini inceleyen deneysel çalışmalar yapın. Pozitif ve negatif dil kullanımının beyindeki nörolojik tepkimeleri nasıl etkilediğini araştırın.
  3. Eğitim Programlarının Etkinliği: Farklı eğitim programlarının ve dil öğretim yöntemlerinin beyin plastisitesi üzerindeki etkilerini karşılaştıran çalışmalara odaklanın. Eğitim programlarının bilişsel ve duygusal gelişim üzerindeki uzun vadeli etkilerini değerlendirin.

Sonuç

Eğitim ve dil, beyin gelişimi üzerinde derin ve kalıcı etkiler bırakır. Eğitim, beyin plastisitesini artırarak bilişsel işlevleri güçlendirirken, dil öğrenimi ve kullanımı, beyin yapısının ve işlevselliğinin gelişmesine katkıda bulunur. Jacques Lacan’ın teorileri, dilin insan psikolojisi ve kişilik gelişimi üzerindeki etkilerini vurgular. Dilin kullanımı, bireylerin duygusal ve psikolojik durumlarını doğrudan etkiler. Bu nedenle, eğitimciler ve ebeveynler, dil kullanımında bu farkındalıkları dikkate alarak çocukların sağlıklı gelişimine katkıda bulunabilirler.

Bilimsel Araştırmalar ve Atıflar

  1. Knudsen, E. I. (2004). Sensitive periods in the development of the brain and behavior (Beyin ve Davranış Gelişiminde Hassas Dönemler). Journal of Cognitive Neuroscience, 16(8), 1412-1425.
  2. Draganski, B., Gaser, C., Busch, V., Schuierer, G., Bogdahn, U., & May, A. (2006). Neuroplasticity: changes in grey matter induced by training (Nöroplastisite: Eğitimle İndüklenen Gri Madde Değişiklikleri). Nature, 427(6972), 311-312.
  3. Mechelli, A., Crinion, J. T., Noppeney, U., O’Doherty, J., Ashburner, J., Frackowiak, R. S., & Price, C. J. (2004). Structural plasticity in the bilingual brain (İki Dilli Beyinde Yapısal Plastisite). Nature, 431(7010), 757.
  4. Bialystok, E., & Craik, F. I. (2010). Cognitive and linguistic processing in the bilingual mind (İki Dilli Beyinde Bilişsel ve Dilsel İşleme). Current Directions in Psychological Science, 19(1), 19-23.
  5. Snow, C. E. (2010). Multilingualism and literacy development: Implications for bilingual education (Çok Dillilik ve Okuryazarlık Gelişimi: İki Dilli Eğitim İçin Çıkarımlar). In The bilingual edge: Why, when, and how to teach your child a second language (pp. 45-60).
  6. Schultz, W. (2002). Getting dopamine neurons to explain behavior (Dopamin Nöronlarının Davranışı Açıklaması). Journal of Neuroscience, 22(19), 8739-8741.
  7. Sapolsky, R. M. (2004). Why zebras don’t get ulcers (Neden Zebralar Ülser Olmaz). Holt Paperbacks.
  8. Deci, E. L., & Ryan, R. M. (2000). The “what” and “why” of goal pursuits: Human needs and the self-determination of behavior (Hedef Peşinde Olmanın “Ne” ve “Neden”i: İnsan İhtiyaçları ve Davranışın Öz Belirlenimi). Psychological Inquiry, 11(4), 227-268.
  9. Maslow, A. H. (1943). A theory of human motivation (İnsan Motivasyonu Teorisi). Psychological Review, 50(4), 370.
  10. Pennebaker, J. W. (1997). Writing about emotional experiences as a therapeutic process (Duygusal Deneyimler Hakkında Yazmak Terapötik Bir Süreç Olarak). Psychological Science, 8(3), 162-166.
  11. Seligman, M. E. P. (1975). Helplessness: On depression, development, and death (Çaresizlik: Depresyon, Gelişim ve Ölüm Üzerine). WH Freeman/Times Books/Henry Holt & Co.
  12. Lacan, J. (1977). Écrits: A Selection (Yazılar: Bir Seçki). Norton & Company.
  13. Eisenberger, N. I., Lieberman, M. D., & Williams, K. D. (2003). Does rejection hurt? An fMRI study of social exclusion (Reddedilmek Acıtır mı? Sosyal Dışlanmanın fMRI Çalışması). Science, 302(5643), 290-292.
  14. Kuhl, P. K., Tsao, F. M., & Liu, H. M. (2003). Foreign-language experience in infancy: Effects of short-term exposure and social interaction on phonetic learning (Bebeklikte Yabancı Dil Deneyimi: Kısa Süreli Maruz Kalma ve Sosyal Etkileşimin Fonetik Öğrenme Üzerindeki Etkileri). Proceedings of the National Academy of Sciences, 100(15), 9096-9101.
  15. Jensen, P. A., & Nutt, D. (2019). The impact of early childhood education on cognitive development and academic achievement (Erken Çocukluk Eğitiminin Bilişsel Gelişim ve Akademik Başarı Üzerindeki Etkisi). Child Development, 90(3), 1005-1019.
  16. García-Sierra, A., & Ramírez-Esparza, N. (2018). Social interactions and brain development: The importance of a communicative environment (Sosyal Etkileşimler ve Beyin Gelişimi: İletişimsel Bir Çevrenin Önemi). Developmental Science, 21(4), e12616.
  17. Davidson, R. J., & McEwen, B. S. (2012). Social influences on neuroplasticity: Stress and interventions to promote well-being (Nöroplastisite Üzerinde Sosyal Etkiler: Stres ve Refahı Teşvik Eden Müdahaleler). Nature Neuroscience, 15(5), 689-695.
  18. Kandel, E. R., Schwartz, J. H., & Jessell, T. M. (2000). Principles of Neural Science (Sinir Biliminin İlkeleri). McGraw-Hill.
  19. Vygotsky, L. S. (1978). Mind in Society: The Development of Higher Psychological Processes (Toplumda Zihin: Üst Düzey Psikolojik Süreçlerin Gelişimi). Harvard University Press.
  20. Bruner, J. S. (1960). The Process of Education (Eğitimin Süreci). Harvard University Press.
  21. Chomsky, N. (1957). Syntactic Structures (Sentaktik Yapılar). Mouton & Co.
  22. Tomasello, M. (2003). Constructing a Language: A Usage-Based Theory of Language Acquisition (Bir Dil İnşa Etmek: Kullanım Temelli Bir Dil Edinim Teorisi). Harvard University Press.
  23. Giedd, J. N. (2004). Structural magnetic resonance imaging of the adolescent brain (Ergen Beyninin Yapısal Manyetik Rezonans Görüntülemesi). Annals of the New York Academy of Sciences, 1021(1), 77-85.
  24. Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation (Aidiyet İhtiyacı: Kişilerarası Bağlantılar İçin Arzu Temel Bir İnsan Motivasyonu). Psychological Bulletin, 117(3), 497-529.
  25. Damasio, A. R. (1999). The Feeling of What Happens: Body and Emotion in the Making of Consciousness (Olanların Hissi: Bilinç Oluşumunda Beden ve Duygu). Harcourt Brace.
  26. Pinker, S. (1994). The Language Instinct: How the Mind Creates Language (Dil İçgüdüsü: Zihin Dili Nasıl Yaratır). William Morrow and Company.
  27. Nelson, C. A., & Bloom, F. E. (1997). Child development and neuroscience (Çocuk Gelişimi ve Nörobilim). Child Development, 68(5), 970-987.

Gölgemizin Kapasiteleriyle, Yaşam Oyununa Katıldıkça Yüzleşebiliriz: Perfect Days (2023) Film Değerlendirmesi:

Perfect Days (2023) Film Değerlendirmesi:

Gölgemizin Kapasiteleriyle, Yaşam Oyununa Katıldıkça Yüzleşebiliriz

 

Bu akşam Perfect Days (2023) filmini izledim. Öncelikle şunu bildireyim ki son zamanlarda izlediğim filmlerden en sade ve en kalitelisiydi. Beni kolaylıkla dinginleştirip kendini izletti film. Bu benim içsel durumumdan mı kaynaklanıyor yoksa sırf filmin başarısı mı bilmiyorum. Film, içimde şu soruya cevap arama ihtiyacı oluşturdu: Yaşam, gölgelerin güdülediği rekabet ve işbirliği arasında geçen bir top sektirmeden ibaret olabilir mi? Sorunun cevabını bulmam kolay olmayacağı için filmle ilgili bende açılan anlam ve göndermelere değinerek devam edeyim.

“Perfect Days”, Tokyo’da park temizlik işçisi olarak çalışan Hirayama’nın gündelik yaşamını anlatan bir film. Hirayama’nın sade ve rutinlerle dolu hayatı, aslında derin bir içsel yolculuğu ve anlam arayışını yansıtıyor. Filmin bir sahnesinde, “İki gölge üst üste gelirse gölge daha karanlık olur mu?” sorusu soruluyor ve gölgeye basma oyunu oynanıyor. Bu sahne, filmin felsefi ve psikolojik göndermelerini oyun teması üzerinden daha da derinleştiriyor.

Anlam Arayışı ve Günlük Hayatın Derinliği: Hirayama’nın yaşamındaki küçük detaylara ve günlük rutinlere verdiği önem, Viktor Frankl’ın logoterapi teorisini hatırlatıyor. Frankl’a göre, insanlar hayatlarında anlam bulduklarında tatmin edici bir yaşam sürebilirler. Hirayama, doyum ve anlamı kendi hayatındaki basit rutinler ve detaylarda buluyor. Hirayama’nın her anı yaşama biçimi, bilinçli farkındalık temalarını çağrıştırıyor. Her işi yaparken anın farkında olarak yaşaması, zihinsel ve bedensel sağlığına katkı sağlıyor ve ona huzur veriyor. Bu durum, günlük yaşamın küçük anlarını anlamlandırma biçimimizin yeterli doyuma ulaşmamızdaki etkisini gösterir nitelikte.

Hirayama’nın yalnızlığı, onun içsel dünyasıyla derin bağını ortaya koyuyor. Carl Jung’un içsel dünya kavramına göre, bireyler kendi içsel dünyalarına dönerek kendilerini daha iyi anlayabilirler. Hirayama’nın yalnızlık anları, onun kendini keşfetme sürecini ve içsel yolculuğunu simgeliyor.

Gölgemizle Ancak Oynarsak Yüzleşebiliriz: Gölgeye basma oyunu, bu yüzleşmenin bir metaforu olarak değerlendirilebilir. Bu sahne genel olarak bilinçdışı eğilimleri ve Jung’un gölge arketipini hatırlatıyor. Jung’a göre, gölge, bireyin bilinçdışında yer alan, kabul etmediği veya bastırdığı düşünceler, duygular ve arzularla ilgilidir. İki insanın gölgeleri üst üste gelmesi şeklindeki göndermede, yaşamdaki aynı hedefe yönelmiş kişilerin rekabet ve işbirliğini sorgulamaya götürüyor olabilir.

Gölgeye basma oyunu, çocukluktan beri tanıdık gelen bir eğlencedir. Bu oyun, bireylerin hem kendileriyle hem de başkalarıyla olan etkileşimlerini simgeler. Oyun sırasında ortaya çıkan rekabet ve eğlence, insan doğasının derinlerinde yatan sosyal ve psikolojik dinamikleri ortaya koyar. Gölgeye basma oyunu, bireyin kendi gölgesiyle yüzleşme ve onu kabullenme sürecini sembolize ediyor olabilir. Ayrıca, gölgemizin etkisini oyunda görürüz, oynamazsak göremeyiz gibi örtük bir göndermeyle, kendini tanımak isteyen her bireyi yaşam oyununda dans pistine davet ediyor. Ötekinin gölgesine basmak oyunu, başkasının yaşam alanına girerek ortak bir hedef için rekabet veya işbirliği yapmayı da içeren bir gönderme olabilir. Bu oyun, bireylerin hem kendi sınırlarını hem de başkalarının sınırlarını sorgulamaları için bir araç olarak ele alınmış gibi. Rekabet ve işbirliği dinamikleri, sosyal ilişkilerin ve bireysel gelişimin önemli bir parçasıdır. Hirayama ve diğer karakterler arasındaki etkileşimler, bu dinamiklerin nasıl işlediğini ve bireylerin bu süreçte nasıl büyüdüğüne dair önermeler de barındırıyor.

Felsefi Göndermeler: Filmde işlenen temalar, varoluşçuluk felsefesini anımsatıyor. Sartre ve Camus gibi varoluşçu filozoflar, bireyin kendi anlamını yaratması gerektiğini savunurlar. Hirayama da kendi yaşamında anlam ve amaç yaratırken bu varoluşçu temaları yansıtıyor. Hirayama’nın sade yaşam tarzı, Thoreau’nun “Walden” eserindeki temaları çağrıştırıyor. Thoreau, basit bir yaşam sürerek doğayla ve kendimizle daha derin bir bağ kurabileceğimizi savunur. Hirayama’nın yaşamı, bu felsefi yaklaşımı yansıtıyor ve izleyiciye de sade yaşamın içindeki zenginliği ve dinginliği gösteriyor gibi. Heidegger’in “Dasein” kavramı, bireyin gündelik yaşamındaki varoluşunu vurgular. Hirayama’nın gündelik hayatındaki küçük anlar ve rutinler, Heidegger’in varoluşçu felsefesine uygun şekilde, yaşamın sıradan anlarında bile derin anlamlar bulabileceğimizi gösteriyor.

Duygusal Bağlar: Filmin ilerleyen bölümlerinde, Hirayama’nın hayatındaki duygusal bağlara yer verilerek, onun içsel dünyasındaki duygusal değişimler sergileniyor. Bu bağlar, özlem ve hüzün gibi duyguları açığa çıkararak, yalnızlığın ve aile bağlarının önemine önemli göndermeler yapıyor. Hirayama’nın ailesi ve sevdikleriyle olan ilişkileri, onun duygusal yolculuğunun ve kendini anlama sürecinin önemli bir parçası olarak ele alınmış gibi.

“Perfect Days”, Hirayama’nın basit ve sade yaşam kurgusu üzerinden derin anlam ve sorgulama göndermelerini naif bir şekilde izleyiciye ulaştırıyor. Film, anlam arayışı, bilinçli farkındalık, yalnızlık, duygusal bağlar ve varoluşçuluk gibi temaları işlerken, gölge metaforu ve gölgeye basma oyunu gibi unsurlarla bu temaları yaşamdaki rekabet mi işbirliği mi gibi bir tartışma alanına taşıyarak daha da derinleştiriyor. Hirayama’nın hikayesi üzerinden yapım ekibi, bizleri bir anlam arayışına, yaşam kurgumuzu gözden geçirmeye, yaşamımız üzerinde gölgemizin izleriyle yüzleşmeye ve duygusal bağlarımızı yeniden değerlendirmeye davet ediyor olabilir.

Dr. Abdurrahman Subaş, Eğitim ve Yönetim Bilimci

İnsan İçinden Taşar

İsa: “Ona ilk taşı, aranızda günahsız olan atsın!”

(Yuhanna, 8. Bölüm)

Sizlere bu kez zor bir şey önereceğim sevgili okurlar. Yazıyı okurken birlikte kendi içimizde yolculuğa çıkmayı öneriyorum. Nasıl mı?

Gelin hep beraber yaşamımızdaki en karanlık, en kirli, en utanç verici anılarımızı hatırlayalım…

“Böyle yazı mı olur?” diyen bir içsel ses varsa onu da yanınıza alarak gelin lütfen… Şimdi bir süre o anılarımızın içinde gezinip yazıya ondan sonra devam edelim dilerseniz.

………

Belki de benden başka hiçbirinizin böyle bir anısı yoktur. Belki de hikayesinde böyle anıları olmayanımız yoktur… Belki bunları yaparken yalnız kalacağım, belki de çok kalabalık olacağız…. Kim bilir.., kendini…?

…..

Utanmak, dayanılması çok zor bir duygu olduğundan insana utançlarını unutturur. İnsan utançlarını unutur unutmasına da asıl sorun utançlarımızı unuttuğumuzu da unutmamızdır. Utançlarımızı unuttuğumuzu unutmak bizi canavara çevirir. Utançlarımızı unuttuğumuzu unuttuğumuzda her linçte ilk taşı atmaya, ilk kırbacı vurmaya, en büyük tükürüğü savurmaya pek istekli oluruz…

Neden biliyor musunuz? İnsan, utançlarını unuturken kendisine karşı oluşan öfkesini de bastırmış olur. Kendimize karşı oluşmuş öfkeyi bastırırsak, öfke başkalarına yöneltilir. Yoksa o öfke ve hınç bizi içeriden yer bitirir. İşte burası insanın kendini, kendini bilmeyi ve haddini bilmeyi unutmasının en zifiri karanlığıdır…

….

Şimdi gelin hep beraber “o hak etti” diye içimizden haykırarak başkalarını taşladığımız, en galiz küfürleri savurduğumuz, en ağır eleştirileri yaptığımız anlarımızı hatırlayalım.  Öfkemizle ötekini öldürürken dilimizle, bakışlarımızla ve ellerimizle kendinizi nasıl da temizlemeye çalıştığımızı görmeye çalışalım. Şimdi o anılarınızın içinde biraz gezinelim ve yazının devamına ondan sonra devam edelim dilerseniz.

…..

Ötekine yönettiğimiz bunca öfke, acaba kendimize yöneltmeye cesaret edemediğimiz kin ve nefretimizin başkasına yansıtılması olabilir mi? Tüm bunlar utançlarımızı unutmak için kendimizden kaçışımız olabilir mi? Kendimize atamadığımız kırbaçları başkalarına atıyor olabilir miyiz? Acaba ötekine yöneltilmiş en ağır eleştirilerimiz, kendimize söylemeye kıyamadığımız sözlerimiz olabilir mi? Utanmaza diktiğimiz ateşli gözlerimiz, kendi içimize bakmaktan korkup kaçarken dışarı fırlamış gözlerimiz olabilir mi? Ve tüm bu tutumlarımız, kendimizden kaçışın hızıyla ötekine çarpma olabilir mi?

Hele gezinelim biraz içimizde lütfen…

…..

Gezinelim de kendimize kıyamayışımıza karşılık, ötekine kıyma cesaretimizi gözlerimizin önüne serelim… Vicdanımızın gözlerini, kendimize kıyamayıp ötekine kıyışımızın üzerine dikelim…

Hadi bakalım ve görelim ne kadar bakabileceğiz kendi utançlarımızın yüzüne ve ne kadar kırbaçlayabileceyiz o utanç dolu hallerimizi…

….

İnsanız, utanç veren eylemlerimiz olur ve unuturuz. En çok ve en kolay da utançlarımızı unuturuz… Utançlarını unuttuğunu unutandan bir insan çıkar mı sizce? Utançlarıyla yüzleşip hesaplaşmadan onları unutmuş insan, başkasının utançlarını görmezden gelebilir mi sizce?

Şimdi biraz da tüm o utanç anlarımıza rağmen bizi yaşamın içinde utandırmadan koruyan, utançlarımızı kendimize karşı bile örten, Tanrı’nın merhametini hissedelim… Hissedelim ve kendinize gelelim. Kendimize gelelim ki ötekinin utançlarının üzerinde sörf yapmayı bırakabilelim… Kendimize gelelim… Tüm ilgi ve dikkatimiz ötekinin utançlarıyla meşgul olurken, kendimizi nasıl hatırlayabiliriz ki… Gelin, kendimize gelelim önce… Gelin kendimize şefkat ve merhametle gelelim önce… Ötekinin utançlarının arkasına saklanmayalım… Kendimize şefkat gösterelim… Kendimize şefkatle gelelim… Şefkatle kendimize gelelim…

Şu meşhur hikayeyi bilirsiniz: Zina yaparken yakalanan bir kadın, İsa Peygamberin huzuruna getirilir ve taşlanarak öldürülmesi talep edilir. Hz. İsa, talep edilen cezayı onar ama şöyle der: “Ona ilk taşı, aranızda günahsız olan atsın!” (8. Bölüm, Yuhanna) Bir süre sonra meydanda kimse kalmamıştır, ilk taş da atılmamıştır… Bu olay, Nebi İsa’nın ümmetinin günahkarlığını değil, “kendini bilme” erdemine sahip olduğunu ve kendine karşı şefkatli olmayı tercih ettiğini gösterir.

Gelin, attığımız tüm taşları geri toplayalım… Geri toplayamayacaksak da kendimize atamadığımız taşları başkalarına da atmamaya niyet edelim… Gelin bu yazıyı okuyanlar olarak taş atmak yerine önce örtü atmayı tercih edelim utananın üstüne. İnsan, örtünün altında daha kolay utanır… Örtü, kendimize karşı beslediğimiz sevgi ve merhametten örülmüş olsun… Ötekinin üzerine örttüğümüz örtünün bir gün bizi de örteceğini unutmayalım…  Varsa kendimize karşı sevgi ve merhametimiz onunla başkalarına çok güzel örtü örülür…

Bırakalım adalet dağıtıp infaz armayı… Önce şefkat dağıtıp merhamet arayalım… Zaten şefkat ve merhametin olmadığı yerde adaleti besleyecek azık da kalmamıştır…

Kendini bilen taşlamaz, örter… Buna en çok kendisinin ihtiyacı olduğunu ve de olmaya devam edeceğini derinden bilir…

Sözlerimizi Kur’andan bir beyanla tamamlayalım:

“Onlar … öfkelerini yutarlar.” Âli İmran / 134.

Şefkat ve merhametiniz sizi yalnız bırakmasın…

 

Dr. Abdurrahman Subaş / Eğitim ve Yönetim Bilimci

28 Eylül 2020 Kartepe

Ego, Birey ve Örgüt

İnsan, sosyal çevresinin arzularının nesnesi olmayı reddetmeden birey olamaz. ‪İnsanın birey olabilmesi için, toplumsal çevresinin nesnesi haline gelmiş bir ego taşıdığını görmesi ve ondan ayrılması gerekir.

Bu ayrılış aynı zamanda öznel kişilikten uzaklaşıp nesnel (objektif) birey olma yolculuğudur.

Kendini ötekine/topluma göre konumlandıran insan, birey değil personadır. Persona (kişilik) içinde birbirinden bağımsız birçok benlik (ego) taşımaktadır. Böyle bir insanın kaç maske (persona) kullandığını kendisi bile bilmez.

İçinde birçok benlik taşıyan böyle bir insan, içsel çatışmalarından kurtulup yaşama bilinçli katılacak motivasyonlardan mahrumdur. Ego hallerindeki insan, yaşama bilinç barındırmayan “sahip olma arzusuyla” katılır.

Oysa yaşama bilinçli katılım “alış-veriş” ilişkisi gibidir. Sadece almak isteyen ya da sadece vermek isteyen bir insanın karşılıklı “alış-veriş” içinde olduğu söylenemez. Yaşama bilinçli katılımda iki yönlü geçirgenlik ve kabul vardır. Bu canlı bir hücrenin çalışma formuna benzer. İhtiyacı olanı hücre zarından içeri alırken, ihtiyacı olmayanı hücre zarından dışarı atar.

Hücrelerinin her birinde ayrı ayrı ego olan bir organizmayı hayal edin, nasıl bir şeye dönüşür?

Ego, alırken de verirken de sadece kendini düşünen bir forma sahiptir. Oysa ontolojik insan ben-sen ayırımı yapmaz. İhtiyacı olanı alırken ihtiyacı olmayanı da aynı kolaylıkla verir.

Bireyin ontolojik potansiyeli, egodan (maskelerden) ayrılabildiği zamanlarda ve ayrılabildiği oranda ortaya çıkar. Egodan ayrılma birey olarak yaratılış gayesine yolculuktur. Bu yolculuk yaşama katılıp sorumluluk almayı gerektirir. Almak ya da vermek üzerine kurulu değildir. “Kendi olmak” üzerine kuruludur.

Kendi yaratılış gerekçesini (zıvadarma) keşfedip onu inşa etmeye yönelmek, insanın biricikliğinin gereğidir ve bu birey olmaya doğru aydınlanmadır.

Bireyin zayıf olduğu örgütlerde lider sultası yüksek, eleştirel kültür zayıf, örgüt yaşamı liderin ufku ve ömrüyle sınırlıdır. Bireyin güçlü olduğu örgütlerde lider etkisi düşük, eleştirel kültür gelişmiş ve örgütsel yaşam liderlerin ufku ve ömrü ile sınırlı değildir.

 

Dr. Abdurrahman Subaş

Eğitim ve Yönetim Bilimci

Leadership 4.0 Duygusal Zeka Mı?

 

 

“Tüm yönetim kitapları, benim yazdıklarımda dahil, diğer insanların yönetilmesine odaklanır. Ama önce kendini yönetemezsen başkalarını yönetemezsin.” Peter Drucker 

Yönetim süreçlerinde liderin bireysel performansını doğrudan, örgütünün performansını dolaylı etkileyen önemli yetkinliklerden birisi liderin dikkat ve konsantrasyonudur. Aslında konu yalnızca liderlerle ilgili değildir. 

Yaklaşık beş yıldır kendi üzerimde yaptığım içsel çalışmalarda deneyimsel olarak, atölyelerime katılanlardan ise sözlü olarak aldığım dönütlerde gördüğüm bir husus var: Dikkatin an’a taşınmasının verimlilik üzerine etkisi muhteşem oluyor. Yıllar önce içsel çalışmalara bilimsel bir merakla başlayıp üzerimdeki tesirini görünce çalışmalara kendimi gerçekleştirmek için devam etmem gerektiğini gördüm. Devam ettiğimiz çalışma yöntemlerinin birçok bilimsel araştırmada test edildiğini ilk kez gördüğümde heyecanlanmış ve içimde büyük bir coşku oluşmuştu.

İçsel çalışmalar açısından dikkat ya da konsantrasyonu, bilincin geçmişte olandan (duygusal imgelenim), gelecekte olandan (zihinsel imgelenim) ve haz odaklı isteklerden (içgüdüsel imgelenim) arınmış olarak şimdi ve burada olana odaklanması şeklinde değerlendiriyoruz. Başka bir deyişle dikkat ve konsantrasyon, “şu andaki” yaşantılara odaklanmamızdır.

Üzülerek bildirmeliyim ki, dikkatimizin ve dolayısı ile enerjimizin büyük bir kısmını duygusal, zihinsel ya da içgüdüsel merkezlerimizin gereksiz dürtüleriyle israf ediyoruz. Duygusal olarak arzulardan, zihinsel olarak kaygılardan ve içgüdüsel olarak kontrol arayışından arınabildiğimiz oranda dikkatimizi an’da olana yönlendirebiliyoruz.
Bizleri an’da olandan koparıp dikkatimizi düşüren, bilincimizin çok az kısmını kullanmamıza neden olan ve enerjimizi israf eden konuların neler olduğunu bilmek için kişiliğimizi tanımamız ve kişilik tipimizden kaynaklanan enerji kaçaklarını ortadan kaldırmamız gerekiyor. Enneagram bu konuda bize çok güçlü veriler sunuyor.


Dikkatin an’dan kopmuş olmasına biz Enneagram’da özdeşleşme diyoruz. Özdeşleşmede tüm sinapslar ortadan kalkıyor, tüm enerji sadece özdeşleştiğimiz konuya harcanıyor. Beynin bir ucundaki bilgiyle diğer ucundaki bilgi arasında irtibat kurulup ana özgü çözüm ortaya çıkması için (bilinç) özdeşik formda olmamamız gerekiyor. Özdeşik formdayken dikkatimiz çoğunlukla bir kişi, olay ya da fenomen ile ilgili ürettiğimiz kurgularla (imajinasyon) meşguldür. Yarattığımız imajinasyon ya çok ürkütücü ya da çok çekicidir, bu nedenle dikkatimizi o kurgumuzdan ayırmayız.


Özel ve profesyonel yaşamımızda bu içsel problemimiz bütün dışsal problemlerden önce çözülmesi gerekiyor. Zira özdeşik formdaki insanın düşen dikkati özfarkındalığını, çevresel farkındalığını, duygusal farkındalığını ve duygu yönetim becerilerini de düşürüyor. Kısaca dikkatin düşmesi duygusal zekamızın da düşmesi anlamına geliyor.

Liderlik, başkalarını etkileme sürecidir ve bu süreçte duygusal zeka kilit konumundadır. Liderin duygusal zekasının düşmesi takipçilerini etkileme ve ilişkilerini yönetme kapasitesinin de düşmesi anlamına geliyor.

Zaman zaman birçoğumuza içsel olarak kendiliğinden gelen bir soru vardır:
“Şu anki görevimde daha farklı ve etkili olabilmek için nasıl davranmalıyım?”
Bunun cevabı kolaydır ama bu cevaptaki kapasiteye ulaşmak zordur.
Cevap, “dikkatimizin an’a odaklanmasıdır”.

Fakat bunu söylendiği gibi kolay hayata geçirilemiyoruz.

Dikkatimizin an’a odaklanması kendimizim, çevremizin, kaynaklarımızın ve ilişkilerimizin bilinçli olarak farkında olmamızı sağlıyor. Bu bir yönüyle mental zekayla duygusal zekamızın birlikte çalışıyor olması anlamına geliyor.
Daha önce kişisel bloğumda “DLM İle Liderliğinize Dinamizm Katın” isimli makalemde liderlik tiplerinin dikkatinin en çok yöneldiği, onların en çok özdeşleştiği konuları özetle ele alıp açıklamıştım.

Dikkatin an’a odaklanması algı zenginliğine, bilincin yükselmesine, ego kaygılarından ve arzularından arınmaya, beyin kapasitesinin daha fazlasını kullanmaya, duygusal zekanın yükselmesine, takım arkadaşlarımızdan gelen önerileri yansız olarak değerlendirmeye ve önerilerden yararlanmaya, kaynakların ve fırsatların isabetli yorumlanmasına kapı açıyor. Aslında an’a odaklanmamış bir zihinde dikkat yoktur özdeşleşme vardır. Dolayısı ile dikkati, an’a odaklanma becerisi olarak da ele alabiliriz.

Peki dikkatimizi an’a odaklamak için neler yapmalıyız? Maddeler halinde değinmeye çalışayım. İlk olarak kişilik tipinizi öğrenmelisiniz. Başka kişilik envanterleri de kullanabilirsiniz, ama insana dair en çok veriyi sunan en derin güdülerimizi bize tanıtan Enneagram’ı kullanmanızı özellikle öneririm.


İkinci olarak liderlik potansiyellerinizi keşfedin. Kişilik tipi size kişiliğiniz hakkında çok bilgi sunar, ama nasıl bir liderlik potansiyeline sahip olduğunuz konusunda profesyonel desteğe ya da raporlamaya ihtiyacınız vardır.


Enneagram kişilik potansiyelimizi ve dinamik liderlik potansiyelimizi öğrenmek bizim dikkatimizi en kolay dağıtan kişisel konuları bilmemiz ve bu konularda uyanık olmamız anlamına geliyor. Dinamik Liderlik çözümlerimiz bu bağlamda geleceğin liderleri için muhteşem açılımlar sağlayacaktır.

Üçüncü olarak bilinçli farkındalığınızı geliştirecek, kişiliğiniz üzerine kuramsal bilginin ötesine geçen iç gözlemci geliştirmelisiniz. İç gözlemciniz sizi yansız-yargısız-objektif olarak gözlemleyen, sizi size rapor eden, bilişsel olarak yapılandırılabilen zihinsel bir fonksiyondur. Bu konuda birçok çalışma yöntemi vardır, herhangi birinden yararlanabilirsiniz. Biz bu konuda Enneagram ve Dinamik Liderlik Transformasyon Atölyeleri ile bireysel ve kurumsal ihtiyaçlara cevap veriyoruz.

Dördüncü ve en önemlilerinden birisi dikkatinizi geliştirmektir. Dikkatimiz yukarıda bahsettiğimiz gibi kişilik merkezlerimiz tarafından yanlı, sübjektif, yargılayıcı ve özdeş formdaki gündemlerimizle o kadar meşguldür ki an’da olan birçok şeyi kaçırırız ve objektiflikten uzaklaşırız. Bu nedenle dikkat çalışması liderler için olmazsa olmazdır.

 

Dikkatimizi an’a getirebilmek için önerilerimi yazacağım. Ancak şuan dikkatinizin şimdi ve burada olup olmadığına dair bir fikir elde etmeniz için şu sorulara içsel olarak cevap vermenizi ve cevaplarınızı aklınızda objektif olarak tutmanızı öneriyorum:

Bu soruyu okumadan önce, oturduğun koltuğu hissediyor muydun? (1)
Bu soruyu okumadan önce nefes alış verişini hissediyor muydun? (2)
Bu soruyu okumadan önce içinde bulunduğun ortamdaki ses, ışık, koku ve eşyaları algılıyor muydun? (3)
Bu soruyu okumadan önce bu yazıyı niçin okuduğunun bilişsel olarak farkında mıydın? (4)
Bu soruyu okumadan önce bu yazının nasıl biteceğine dair bir öngörün var mıydı? (5)
Bu beş sorudan ilk dördüne yanıtın evet, sonuncuya yanıtın hayır ise yüksek bir dikkat taşıdığını kendine söyleyebilirsin.

Ama bundan dolayı içinde kibir yükseliyorsa dikkatin dağılıyor demektir sevgili okuyucu.
Şimdi dikkati toplamak için de üç pratik öneri sunacağım. Dikkatinin çalışması için zihinsel, duygusal ve içgüdüsel konuşmalardan uzaklaşman gerekir. Dikkatimizi dağıtan üç merkez sürekli zihnimizi meşgul etmeleridir. Bu meşguliyetten şu üç egzersizi kendince istikrarlı şekilde uygulayarak kurtulup dikkatini çalıştırabilirsin.


A.Vücuduna odaklan. Vücudunu dikkatin ile tara, ayak uçlarından tepene kadar kendini hissetmeye çalış. Bunun için günde 10 dakika vakit ayırarak dikkatinin güçlenmesine katkı yapabilirsin.


B.Nefesine odaklan. Vücutta olduğu gibi nefese de odaklanmak zihnimizdeki konuşmaların sona ermesine ve anda olanlara odaklanmamıza (dikkatin çalışmasına) kapı aralar. Günde 10 dakika nefes alıp vermeye odaklanmak dikkatimizin güçlenmesine katkı yapar.


C.Algıya odaklan. Beş duyu organımız sürekli olarak algılar, ancak dikkatimiz çalışmadığı için bu algıları genelde hissetmeyiz. Sese, ışığa, eşyaya, manzaraya, kokuya, tada odaklanmak dikkatimizin gelişmesine katkı yapar. Yemeğin tadı, çeşmeden akan suyun sıcaklığı, ortamdaki kokular, temas ettiğimiz eşyanın sertliği, ortamdaki ışıklar ve sesler dikkat ve farkındalık için içimize çekercesine algılanmalıdır.


Bu egzersizleri karma olarak da günde 10 dakikalık süreyle yapabilirsiniz. Daha sonra da bu egzersizi günün daha fazlasına yaymaya çalışmalısınız. Konuşan kişinin ses tonundan bir arkadaşınızın parfüm kokusuna, yemeyin tuzundan güneş ışıklarının yükselip alçalmasına kadar gün içinde odaklanabileceğiniz birçok algı olacaktır.


Düşük dikkatli bilinç düzeyine ego diyoruz. Ego düzeyinde bilişsel fonksiyonlarımız işlev kaybına uğramıştır. Sağlıklı düşünemeyiz, algıların çoğuna karşı duyarsız kalırız, objektif algılayamayız, diğerlerini zaman zaman yok sayarız. Ego sürekli sadece bir şeye odaklanır (özdeşleşme) ve başka algılarla ilgisinin dağılmasını istemez. İlginin başka algılar tarafından dağıtılması egoda stres ve öfke oluşturur. İstenmeyen algılar ilginizi dağıtıyor, stres ve öfke oluşturuyorsa o an dikkatinizin düşük olduğunu hatırlayıp birkaç nefes alarak dikkatinizi yükseltmeye çalışın.


Algıya odaklanmak, zihinsel konuşmalara ara verdirir ve gerçeklerle tanışma fırsatını yakalarız. Yukarıda önerdiğim üç egzersiz de algıya odaklanmayı farklı şekilde domine eder. Dikkatin yükselmesi, sadece mental zekamızın (IQ) değil duygusal zekamızın da (EQ) aktivitesini artırmasına kaynaklık eder.


Dikkat düzeyine göre insanı 4 düzeyde ele alıyoruz. 1.0 gece uygusundaki insan, 2.0 gündüz uykusundaki (egoyla özdeşleşmiş), 3.0 uyanmış insan (kendisinin ve çevresinin farkında olan) ve 4.0 objektif insan (evrenle uyumlu).
2.0’da lider olamazsınız, 4.0’da liderliğe ihtiyaç duymazsınız.


Liderlikte an’a odaklanmanın verimliliğini ve coşkusunu keşfederseniz, bunu ilham olarak çevrenize yansıtmamanız mümkün değil.

 

Dikkatinizin daima sizinle olması dileğiyle sevgiler sunarım.

Dr.Abdurrahman Subaş
Eğitim ve Yönetim Bilimci

Ücretsiz Dinamik Duygusal Zeka Raporu almak için tıklayınız.>>>

Eğitim! Nereye? Nasıl?

Öncelikle eğitimin tüm paydaşlarını sevgi dolu, güvenli ve başarılı bir yıl geçirmeleri dileğiyle saygıyla selamlıyorum. 42 yaşına kadar hem öğrenci ve hem öğretmen olarak, 42 yaşından sonra ise bir araştırmacı ve öğrenci velisi olarak içinde bulunduğum eğitim camiası yarın yeni eğitim öğretim sezonuna başlayacak. Yeni sezona başlarken eğitimin hep paydaşı olmuş biri olarak iki kelam ile katkı yapmak istiyorum.

 Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşından çıkıp sıfır imkanlarla devlet kurmuş Atatürk’ün “En büyük emelim, maarif vekili olarak yurdumun irfanını yükseltmektir” vizyonu, köy enstitüleri gibi alkışlanan ve özlenen bir ekolü yarattı. Köy enstitüleri modeli devrinin en iyi çözümüydü. Bunu hatırlatmamın nedeni, halihazırda ülkenin imkanlarına rağmen, eğitimde geldiğimiz noktadan ülkedeki herkesin şikayetçi olmasıdır. Arifler için kısa kısa devam edeceğim.

Devlet ve eğitimin tepe yöneticilerinin görevi günah çıkarmak değil, eğitim için ulaşılabilir,  sürdürülebilir ilerici bir vizyon yaratmaktır. Okul zili ve öğretmenler odası tasarımlarıyla bunun olmayacağını her eğitimci bilir. Eğitim yönetiminin misyonu, doğal ortamı olmayan akvaryumda balık beslemek gibi dışsal koşulları özel dizayn edilmiş bir çevrede öğrenci yetiştirmek olamaz. Bilakis eğitimin misyonu, en zor koşullarda da kendini yönetebilen, kendini koşullara uyarlayabilen insan yetiştirmek olmalıdır. Okul, yaşamın minyatürü olabildiği ölçüde amacına ulaşabilir.

Eğitimin odağı rekabet değil işbirliğidir, imaj değil samimiyettir, hülya değil gerçekliktir, cüzdanı kabartacak nitelikler değil gönlü yüceltecek erdemler kazandırmaktır. Eğitim geçmiş ya da gelecek için değil, şimdi ve burada herkes için yapılandır.  Eğitim duvarlar arasından sanal ağa bağlanarak değil, gözlerle başlayan temasın gönüller arasındaki ağa dönüşmesiyle ortaya çıkan, insana insani dokunuştur.  

Eğitim insaf, izan ve irfan ile başlayıp şefkat, marifet ve iltifatla ince işçiliği yapılabilen bir fenomendir. Formal eğitimle sağlanamayan bu nitelikleri kazanmak için eğitimci yaşam boyu bilinçli çaba içinde olmalıdır.

Eğitim yöneticilerinin birinci görevi içtenlik, ikinci görevi söylem titizliği, üçüncü görevi doğru eylemdir.  Eğitim yöneticisini en zor işi hazlarını ertelemek, unuttuğu işi kendini yönetmek ve en kolay işi örgütündeki işletme faaliyetlerini sürdürülebilir kılmaktır.

Öğretmenlerin birinci görevi kendi duygularını tanıyıp yönetebilmek, ikinci görevi öğrencinin duygularını tanıyıp yönetmesine katkı sağlamak, üçüncü görevi öğrenciye geleceği kucaklayacak bilişsel, duygusal ve eylemsel nitelikler kazanmak için -ebeveynle işbirliği içinde-  içtenlik ve duygusal çaba göstermektir.

Ebeveynlerin birinci görevi evlatlarına güven ve sevgi iklimi yaratmak, ikinci görevi en etkili müfredatın ebeveyn olarak kendileri olduğu bilinciyle hareket etmek, üçüncü görevi ise okulla ve öğretmenle işbirliğidir.

Eğitimin sisteminin temel hedefi, kendini gerçekleştirmek bilinciyle her koşulu öğrenme fırsatına çevirecek zihni modele sahip öğrenci yetiştirmektir. Bu hedefe ulaşmak için eğitimin tüm paydaşları içtenlik ve eşgüdümlü hareket etmelidir.

Eğitim, insanın kendiyle ve dünyayla sıkı temas içerisinde olmasını sağlamalıdır. Kendinden ya da dünyadan kopuk insan yetiştiren sistemlerin başarılı olması imkansızdır. Dünya Ekonomik Formu’nun geçen yıl yayınladığı 2020’de aranacak en önemli 10 yetkinlik hatırlatması ile sözlerimi bitireyim:

1.Karmaşık problem çözme

2.Eleştirel düşünme

3.Yaratıcılık

4.İnsan yönetimi

5.İşbirliği

6.Duygusal zeka

7.Hüküm ve karar verme

8.Hizmet

9.Müzakere

10.Bilişsel esneklik

Sevgi ve saygı ikliminde bir nesil yetiştirmek dileği ile yeni eğitim sezonunda eğitimin tüm paydaşlarına başarı ve esenlikler dilerim.

Dr. Abdurrahman SUBAŞ

Eğitim ve Yönetim Bilimci

08. 09 . 2019

DİNAMİK LİDERLERİN TEMEL DEĞERLERİ

       Her anahtar her kapıyı açmaz.

Lider, hangi kapıda hangi anahtarı kullanacağını iyi bilmelidir.

Günümüz toplumlarında bazı entellektüeller tarafından eleştirilse de örgütler ve toplumlar etkili liderlere ihtiyaç duyarlar ve etkili liderler etrafında toplanırlar. Bireyin toplumla (örgütle) ilişkileri ve toplumun başka topluluklarla ilişkileri bunu kısmen zarurete dönüştürmektedir.

Moderniteyi ve medeniyeti reddedemeyen ve bir şekilde modernleşen ve medenileşen her birey, yaşamının bir yerlerinde liderlik yapmış olabileceği gibi bir liderden etkilenmiş de olabilir. Liderlerin etkisi karizma ile ifade edilirken karizmaya kaynaklık eden potansiyeller takipçilerin insiyatifindedir. Doğu toplumları liderin karizmasını gücünde ararken batı toplumları demokratlık ve uzlaşmacılığında arayabilmektedir. Örgütlerdeki liderin karizmasına kaynaklık eden potansiyeller, karizmanın örgüte ve takipçilere maliyetiyle de ilgilidir. Konumuz doğrudan karizma değil ancak karizma olmadan liderlikten söz etmenin imkansızlığı malumunuzdur.

Bu metinde dinamik liderlerin karizma kaynağı olarak benimsedikleri temel değerleri ele alacağız. Liderin karizmasının önemli bir parçası olan temel değerleri, dinamik liderlik modeline göre yorumlayacağız. Dinamik liderlik modeli enneagram kişilik tiplerinin liderlik stilletiyle ilişkisinden ortaya çıkan yeni nesil liderlik yaklaşımıdır. Dinamik liderlik modeli, çağdaş liderlik kuramlarını Enneagram kişilik dinamikleriyle yorumlayan amprik bir önermedir.

Kişilik öncelikle bizim temel mizaç özelliklerimiz tarafından yordanan, daha sonra ise çevrenin etkisi ile mizaçlarımıza giydirilmiş bir kıyafete dönüşen kopmlike bir yapıdır. Kişilik aynı zamanda bireyin sosyal ve profesyonel yaşamında varlığını sürdürme, kendini ifade etme ve sosyal katılımını düzenleme tarzıdır.

Mizacın kişilik üzerindeki en önemli etkisi bireyin gerçeklik algısını çarptırması ve algıya verilecek cevabı belirlemesindeki kararlı etkisidir. Mizaçların tesiriyle oluşmuş kişilik tarzımız bizim özel yaşamda olduğu gibi profesyonel yaşamda da ortaya koyduğumuz görünümdür.

Kişiliğimizin liderlik süreçlerindeki etkisi kişiliğin temel değerleri tarafından belirlenir. Bu değerlerin bir kısmı çevreden ve eğitimle edinilse de bireyin doğuştan getirdiği mizaç özellikleri kalıcı ve kararlı etkiye sahiptir.

Dinamik liderlik stillerinin liderlik süreçlerindeki temel değerleri enneagram kişilik tarzlarını tarafından güdülenmektedir. Bu değerler liderlik stillerinin temel karizma kaynağı olduğu gibi aynı zamanda liderin karizmasını sınırlandıran birer fonksiyon da icra etmektedir. Zira kişilik tarzımız temel bir değere bağlanırken diğer değerleri genelde ihmal ederek karizmasını sınırlandırmış hatta yer yer zayıflatmış olur.

Aşağıda dinamik liderlerin temel değerlerine değineceğiz. Liderlik tarzınızla temel değerinizi ne kadar çok vurguladığınızı içsel olarak gözlemleyebilirsiniz. Aynı zamanda diğer stillerin temel değerlerini de ne kadar ihmal ettiğinizi de gözlemlemeniz mümkün.

Unutulmamalıdır ki karizmanızı büyütmek istiyorsanız aşağıdaki dokuz liderlik stilindeki temel değerlerden hepsini liderlik süreçlerinde kullanmanız gerekir. Zira takipçilerinizin her biri bu karizma kaynağı değerlerin birinden daha fazla etkilenmektedir.

Ayrıca biliyorsunuz her anahtar her kapıyı açmaz. Bu değerleri kullanırken hem kendinizi hem de çevrenize liderlik yaptığınızı unutmamalısınız. Bilmelisiniz ki dinamik liderliğe göre değerler benliğin temel ihtiyacı ve liderin temel vurgusudur. Liderlik stillerinin temel değerleri lider için en etkili karizma öğretmenleridir. Bu güne kadar hangi değeri benimsemiş olursanız olun, bundan sonra karizmanızı büyütecek 9 temel değer, 9 temel anahtar kullanmanızı bekliyor.

DLM Stil 1 Prensipli Liderler: Yüksek standartlar

DLM Stil 2 Hizmetkar Liderler: Teşvik ile yönetim

DLM Stil 3 Girişimsel Liderler: İş bitirmek

DLM Stil 4 Dönüşümsel Liderler:  Yaratıcılık

DLM Stil 5 Stratejik Liderler: Uzmanlık

DLM Stil 6 Etkileşimsel Liderler: İşbirliği

DLM Stil 7 Vizyoner Liderler: Coşku

DLM Stil 8 Otoriter Lideler: Etkili Güç

DLM Stil 9 Güçlendirici Liderler: Kapsayıcılık

Dr. Abdurrahman Subaş:

Eğitim ve Yönetim Bilimci. Dinamik Liderlik Modeli Tasarımcısı.

18.08.2019.