İsa: “Ona ilk taşı, aranızda günahsız olan atsın!”
(Yuhanna, 8. Bölüm)
Sizlere bu kez zor bir şey önereceğim sevgili okurlar. Yazıyı okurken birlikte kendi içimizde yolculuğa çıkmayı öneriyorum. Nasıl mı?
Gelin hep beraber yaşamımızdaki en karanlık, en kirli, en utanç verici anılarımızı hatırlayalım…
“Böyle yazı mı olur?” diyen bir içsel ses varsa onu da yanınıza alarak gelin lütfen… Şimdi bir süre o anılarımızın içinde gezinip yazıya ondan sonra devam edelim dilerseniz.
………
Belki de benden başka hiçbirinizin böyle bir anısı yoktur. Belki de hikayesinde böyle anıları olmayanımız yoktur… Belki bunları yaparken yalnız kalacağım, belki de çok kalabalık olacağız…. Kim bilir.., kendini…?
…..
Utanmak, dayanılması çok zor bir duygu olduğundan insana utançlarını unutturur. İnsan utançlarını unutur unutmasına da asıl sorun utançlarımızı unuttuğumuzu da unutmamızdır. Utançlarımızı unuttuğumuzu unutmak bizi canavara çevirir. Utançlarımızı unuttuğumuzu unuttuğumuzda her linçte ilk taşı atmaya, ilk kırbacı vurmaya, en büyük tükürüğü savurmaya pek istekli oluruz…
Neden biliyor musunuz? İnsan, utançlarını unuturken kendisine karşı oluşan öfkesini de bastırmış olur. Kendimize karşı oluşmuş öfkeyi bastırırsak, öfke başkalarına yöneltilir. Yoksa o öfke ve hınç bizi içeriden yer bitirir. İşte burası insanın kendini, kendini bilmeyi ve haddini bilmeyi unutmasının en zifiri karanlığıdır…
….
Şimdi gelin hep beraber “o hak etti” diye içimizden haykırarak başkalarını taşladığımız, en galiz küfürleri savurduğumuz, en ağır eleştirileri yaptığımız anlarımızı hatırlayalım. Öfkemizle ötekini öldürürken dilimizle, bakışlarımızla ve ellerimizle kendinizi nasıl da temizlemeye çalıştığımızı görmeye çalışalım. Şimdi o anılarınızın içinde biraz gezinelim ve yazının devamına ondan sonra devam edelim dilerseniz.
…..
Ötekine yönettiğimiz bunca öfke, acaba kendimize yöneltmeye cesaret edemediğimiz kin ve nefretimizin başkasına yansıtılması olabilir mi? Tüm bunlar utançlarımızı unutmak için kendimizden kaçışımız olabilir mi? Kendimize atamadığımız kırbaçları başkalarına atıyor olabilir miyiz? Acaba ötekine yöneltilmiş en ağır eleştirilerimiz, kendimize söylemeye kıyamadığımız sözlerimiz olabilir mi? Utanmaza diktiğimiz ateşli gözlerimiz, kendi içimize bakmaktan korkup kaçarken dışarı fırlamış gözlerimiz olabilir mi? Ve tüm bu tutumlarımız, kendimizden kaçışın hızıyla ötekine çarpma olabilir mi?
…
Hele gezinelim biraz içimizde lütfen…
…..
Gezinelim de kendimize kıyamayışımıza karşılık, ötekine kıyma cesaretimizi gözlerimizin önüne serelim… Vicdanımızın gözlerini, kendimize kıyamayıp ötekine kıyışımızın üzerine dikelim…
Hadi bakalım ve görelim ne kadar bakabileceğiz kendi utançlarımızın yüzüne ve ne kadar kırbaçlayabileceyiz o utanç dolu hallerimizi…
….
İnsanız, utanç veren eylemlerimiz olur ve unuturuz. En çok ve en kolay da utançlarımızı unuturuz… Utançlarını unuttuğunu unutandan bir insan çıkar mı sizce? Utançlarıyla yüzleşip hesaplaşmadan onları unutmuş insan, başkasının utançlarını görmezden gelebilir mi sizce?
…
Şimdi biraz da tüm o utanç anlarımıza rağmen bizi yaşamın içinde utandırmadan koruyan, utançlarımızı kendimize karşı bile örten, Tanrı’nın merhametini hissedelim… Hissedelim ve kendinize gelelim. Kendimize gelelim ki ötekinin utançlarının üzerinde sörf yapmayı bırakabilelim… Kendimize gelelim… Tüm ilgi ve dikkatimiz ötekinin utançlarıyla meşgul olurken, kendimizi nasıl hatırlayabiliriz ki… Gelin, kendimize gelelim önce… Gelin kendimize şefkat ve merhametle gelelim önce… Ötekinin utançlarının arkasına saklanmayalım… Kendimize şefkat gösterelim… Kendimize şefkatle gelelim… Şefkatle kendimize gelelim…
…
Şu meşhur hikayeyi bilirsiniz: Zina yaparken yakalanan bir kadın, İsa Peygamberin huzuruna getirilir ve taşlanarak öldürülmesi talep edilir. Hz. İsa, talep edilen cezayı onar ama şöyle der: “Ona ilk taşı, aranızda günahsız olan atsın!” (8. Bölüm, Yuhanna) Bir süre sonra meydanda kimse kalmamıştır, ilk taş da atılmamıştır… Bu olay, Nebi İsa’nın ümmetinin günahkarlığını değil, “kendini bilme” erdemine sahip olduğunu ve kendine karşı şefkatli olmayı tercih ettiğini gösterir.
Gelin, attığımız tüm taşları geri toplayalım… Geri toplayamayacaksak da kendimize atamadığımız taşları başkalarına da atmamaya niyet edelim… Gelin bu yazıyı okuyanlar olarak taş atmak yerine önce örtü atmayı tercih edelim utananın üstüne. İnsan, örtünün altında daha kolay utanır… Örtü, kendimize karşı beslediğimiz sevgi ve merhametten örülmüş olsun… Ötekinin üzerine örttüğümüz örtünün bir gün bizi de örteceğini unutmayalım… Varsa kendimize karşı sevgi ve merhametimiz onunla başkalarına çok güzel örtü örülür…
Bırakalım adalet dağıtıp infaz armayı… Önce şefkat dağıtıp merhamet arayalım… Zaten şefkat ve merhametin olmadığı yerde adaleti besleyecek azık da kalmamıştır…
Kendini bilen taşlamaz, örter… Buna en çok kendisinin ihtiyacı olduğunu ve de olmaya devam edeceğini derinden bilir…
Sözlerimizi Kur’andan bir beyanla tamamlayalım:
“Onlar … öfkelerini yutarlar.” Âli İmran / 134.
Şefkat ve merhametiniz sizi yalnız bırakmasın…
Dr. Abdurrahman Subaş / Eğitim ve Yönetim Bilimci
28 Eylül 2020 Kartepe